7 Haziran dersleri – 1
7 Haziran Seçimi, çok önemliydi. Yeni anayasa ve onunla bağlantılı başkanlık sistemi, bu seçimler sonrası oluşacak Meclis’in ana gündemiyle birlikte anılıyor, sadece bu iddia bile, tek başına seçimleri çok önemli hale getiriyordu. Türkiye’de eski rejimin müspet yönde değişimi için milletin yegâne umudu olmuş Ak Parti’nin, yeni anayasa ve başkanlık seçimi için gerekli Meclis aritmetiğini sağlayamasa bile, tek başına iktidar olmasına yetecek vekil sayısına ulaşması halinde, “hâkim parti modeli”nin başlayıp başlamayacağı netleşecekti.
Seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte tüm bu ufki beklentilerin belli ölçülerde afakî kaldığı ortaya çıktı. Böyle bir ifade kullanmak yerine, biz de “Yeni bin yılın Selahaddin Eyyubi’si, son metroda durduruldu!” sözünden yola çıkıp içeride ve dışarıda tüm Erdoğan karşıtlarını bir araya getiren seçimi, bu zaviyeden ele alabilirdik. Ama tek başına bu tür bir analizle yetinmek derdimize çare olmaz. Kim ne amaçla, nasıl bir araya gelmiş olursa olsun, sonunda muvaffak oldu. Artık seçim sonuçlarını esasen milletin tercihi yönünden ele almak gerekiyor. Millet, sonunda kararını verdi, Ak Parti’yi açık ara birinci parti yapmasına rağmen tek başına iktidara getirmeyerek, “Durun; yola böyle devam etmeyin. Umutla geleceğe bakmanız güzel ama yolda pürüzler var” dedi. Siyasi akıl, bu düğümü çözmek için hangi hamleleri yapar, şu anda bilmiyoruz. Bilsek ve çok kısa sürede bambaşka bir durumla karşılaşacağımıza inansak bile, seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı durum üzerine düşünmek gerek. Demokrasilerde millet sandıkta konuşur ve bu söz altın değerindedir. Onu can kulağıyla dinleyip anlarsak, bundan sonra doğru adımlar atabiliriz.
Aradan geçen kısa sürede seçim sonuçları, özellikle Ak Parti’nin nispi başarısızlığı birçok yönden ele alındı. Dış politikadan parti-içi nedenlere, meydan performanslarına ve adaya listelerine, yolsuzluklarla mücadele zaaflarından Cumhurbaşkanı’nın seçim sathı mailindeki aktif tavrına, gençlerin ve emeklilerin durumlarının iyi teşhis edilememesinden içerideki ve dışarıdaki şer cephesinin topyekûn saldırısına kadar oldukça uzun bir nedenler sıralaması yapıldı. Bu, tespitlerde katıldığım, katılmadığım hususlar var. Bunlara takılıp kalırsak ağaçlardan ormanı göremeyebiliriz. Toplumsal-siyasal durumları değerlendirirken nedenleri sıralamak yetmez, genel akışı da yakalamaya çalışmak, “parçacık teorisi”ne göre değil “dalga teorisi”ne göre değerlendirme yapmak lazım gelir.
7 Haziran Seçimi sonuçlarına yol açan parçaların toplandığı iki büyük dalga var: Bunlardan birincisi, HDP’nin başarısıyla temsil ediliyor. Diğer dalga ise Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesiyle ortaya çıkan sistem krizinden, yönetimde çift-başlılıktan kaynaklanıyor.
Öncelikle görünen, HDP’nin büyük bir başarı kazandığı… MHP’nin görece başarısı da dâhil olmak üzere, diğer partilerin oy oranları da önemli ölçüde HDP’nin başarısıyla açıklanabiliyor. Ak Parti, %9 oy kaybetmiş, bu oyların büyük bölümü HDP’e, bir kısmı MHP’e gitmiş. CHP, dünya demokrasi tarihinde ender görülen bir olguyu bir kez daha yaşatmış, ana muhalefet konumunda oylarını artırmak bir yana azaltmayı sağlayabilmiş (!), kaybettiği oyların hemen tamamı HDP’e yönelmiş.
HDP, bu seçimlere parti olarak girme kararı aldı ve sol bir programla toplumun karşısına çıktı. Bakmayın siz çıkarılan gürültüye, maalesef tartışılmasını çok önemsediğim sol programın seçim sathı mailinde zerre miskal etkisi olmadı. “Seni başkan yaptırmayacağız” mottosu ve barajın geçilmesi halinde Ak Parti’nin tek başına iktidar olmama ihtimalinin belirmesi, Erdoğan karşıtı tüm güçlerin toplandığı siper ve yığınak vazifesi gördü. Sonuçta kendilerinin bile tahmin etmedikleri bir oy oranına ulaşarak muvaffak oldular.
HDP’nin başarısını, Demirtaş’ın göstermeye çalıştığı gibi “sol dayanışma” ve “ödünç oylar” getirmedi. Keşke öyle olsa, insanımız yeni bir Sol umut etrafında toplanmaya başlasaydı. (HDP’nin Türkiye’nin Yeni Sol’u olması ihtimalindeki tehlikeyi Kandil de gördü. Hem alelacele Demirtaş’a ayar verdi hem de Türkiye partisi olma söyleminin sadece seçim taktiği olduğunun işaretini.) Hekimler bilir, hastanın sağlığı için elzem olan büyük ameliyatlarda bazen asıl sorun kadar önemli komplikasyonlar ortaya çıkar. HDP’nin başarısı da, propagandalarının tamamen açılım ve çözüm sürecinin bir komplikasyonu üzerine oturtulmasıyla ilgili. Açılım ve çözüm sürecinde, eski Türkiye’nin tekleştirmeci ve reddedici resmi ideolojisine maruz kalmış etnik Kürt kimliği, giderek artan ölçüde kendini ifade etme şansına kavuştu. Bu elbette demokrasimiz adına sevindirici ve olmazsa olmaz bir husus ama ne ki, özgür etnik kimlik etrafında, benzerlerin birbirine yaklaşması ve husule gelen kaynaşmanın bir duygusal bir coşkuya neden olduğu da açık. HDP yükselişinde asıl pay sahibi olan etken, daha önce Ak Parti’ye oy veren Kürt seçmenin kendisine meyletmesi. “Kürt olmak” ile HDP’e oy vermeyi özdeş hale getirmeye çalışan bir propaganda yürütüldü. Hakikatin hilafına, açılım ve çözüm süreci, “Kobane direnişi”, örgütün bir başarısı; Dolmabahçe Mutabakatı, kazanılan zaferin mütareke metni gibi sunuldu. Etnikçi olmaktan kurtulmak isteyen değil programına ve vitrindeki görünümüne rağmen tamamen etnisite üzerinden ivmelenen bir parti HDP ve artık Kürtlerin en büyük partisi.
Kaynak: Yeni Şafak