Ah şu on sekiz yaş!
Meclis Anayasa Komisyonu’nun, seçilme yaşını on sekiz yapan maddeyi kabul etmesi üzerine sosyal medyada süren tartışmalar, bu konuda kafamızın epeyce karışık olduğunu gösteriyor. Bugün doksan, yüz hatta yüz on yaşında bir büyüğümüzün vekil olmasına bir mani yok ama buna rağmen o yaştakiler meclisimizi doldurmuyorlar. On sekiz yaşa seçilme hakkı verilmesine de öyle bakmamız gerekiyor. Ama nedense bazılarımız böyle düşünmüyor. “De juri” olan “de facto” olacak, on sekiz yaşındakiler bir anda meclisi dolduracaklar, orayı da kendi yaşam alanlarına çevirecekler diye algılıyor. Gençlere olan güvensizliğini ve kaygısını yasa koyucuya yansıtıyor. Bazılarına kalsa, sadece “en eğitimliler ve en tecrübeliler” vekil olmalı; işçiler, köylüler, işsizler, az eğitimliler, gençler zinhar meclisin önünden dahi geçmemeli. Demokrasilerde “temsil”in ne demek olduğunu konuşmaya, gençlerin eşit yurttaşlar olduklarının hukuki kayıt altına alınması demek olan bu maddeyi iyi anlamaya ve gençlerimize karşı olan duygu ve düşüncelerimizi teşrih masasına yatırmaya ihtiyacımız var.
Geleneksel toplumlarda “gençlik” diye bir toplumsal kategori bulunmuyordu. Biyolojik olarak “delikanlılık” çağında bulunanlar vardı elbette ama akıl baliğ olanlar, her alanda topluma katılabildiklerinden farkı bir kategori oluşturmuyorlardı. İnsanın bir gelişim evresi olarak çocukluk ve yetişkinlik arasındaki gençlik döneminin ortaya çıkışı, modern zamanlarla birlikte. Gençleri şüphesiz eleştirebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz ama bu durumun sadece onlara bağlı olmadığını bilmemiz şart.
Geleneksel dünyada insanlar, akıl baliğ olur olmaz, başta dini olmak üzere hukuki, toplumsal, ekonomik tüm alanlarda diğer yetişkinlerle aynı hak ve sorumluluklara sahip olurlardı. Toplumun çok az bir kesimini oluşturan yaşlılar, bilgi ve bilgelikleriyle rehberlik ederlerdi. Modernlikle birlikte asıl alt-üst oluşlar, toplumsal hayatta ortaya çıktı. İnsan ömrü ve bir meslek ve toplumsal kimlik edinmek için gerekli eğitim süresi uzamaya başladı. Bu yeni durumunun gereği olarak, biyolojik ve zihinsel bakımdan akıl baliğ olmalarına rağmen gençler, çalışma hayatının dışında kaldılar; ekonomik olarak ebeveynine bağımlı duruma düştüler. Modern zamanlarda üzerlerine titrenen, şımartılan bir çocuk yetiştirme tarzı baskındı. Ebeveyn, kendisine bağımlı gence, çocuk gibi davranmaya devam etti. Evlilik ve toplumsal sorumluluk alma yaşı da giderek uzadı. Ne çocuk ne yetişkin olan bu insanlar, yani gençler bir ara toplumsal kategori haline geldiler. Eğitim dışında kalan zamanlarda da kendi aralarında toplanmaya başladılar, kendilerine göre alt-kültürler geliştirdiler, apayrı bir toplum kesimini meydana getirdiler. Yetişkinler ve yaşlılarla aralarında keskin ayrımlar ortaya çıktığından, birçoklarının gözünde gençliğin kendisi toplumsal sorun haline dönüştü. Diğerleri gençleri anlamakta o kadar zorluk çekiyorlardı ki, rehber kitaplar yazıldı.
Gençlik döneminin en önemli özelliği, hızlı bir değişim ve kimlik arayışı. Gençlere has diye sunulan birçok sorunun kökeninde de bu süreçte ortaya çıkan dürtülerde, ilgi ve heveste, enerjide artış bulunuyor. Genç insanlar, henüz dürtü ve duygularını denetim altına almakta pek ustalaşmış olmadıklarından, özellikle kendilerine karşı despotça davranıldığında kolayca eyleme dönük hale gelebiliyorlar. Kimlik ihtiyaçları nedeniyle gençler, ahlaki ve felsefi konular üzerinde çok yoğunlaşır, dünyanın ve ülkenin idaresine kafa yorarlar. Hem yüksek adalet duyguları hem de kendilerini zedelenemez görmeleri nedeniyle, kolayca risk alabilirler. Yaşları ilerledikçe kafalarındaki ideal dünya ile gerçek dünya arasındaki farkları gördükçe hayal kırıklıkları yaşayabilirler. Yetişkinlerin dünyasını anlamakta zorluk çeker, adam yerine konulmak isterler. Gençlik de bir gün biter. Vakit tamam olur; genç insan, ebeveyninden ayrışmaya, dünyayla bir insan teki olarak yüzleşmeye başlar. Kendine ait bir hayat felsefesi, dost çevresi geliştirerek ve yaşamına yön veren değerlere, ilgilere, hobilere ve bir kimliğe sahip bir yetişkin olur.
Gençlik dönemi üzerine düşünen ve konuyu anlayan toplumlar, gençlerin durumlarını daha da kötüleştiren eski tavırlarından vazgeçmeye başladılar. Onlara yardımcı ve destek olmak, eşit yurttaşlar olduklarını hissettirmek, onların sorumluluk duygularını en iyi biçimde değerlendirmek için siyasal sistemlerinde onlara da yer açtılar. Zaten demokrasi de bizi en iyi eğitim almış ve tecrübeli olanların yönetmesi değil, toplumsal kesimlerin kendilerini ideal bir iletişim ortamında dile getirebilmeleri esasına dayanıyordu. Gençlere seçme ve seçilme hakkı verilmesi, bu fark edişin bir sonucu. Bizim gibi genç toplumlarda bu farkındalık, toplumsal barış ve güçlü demokrasi için çok daha elzem ve acil bir görev…
Kaynak: Yeni Şafak