Aileye siper olmalıyız!
Dinin dünya hayatındaki amacının insanı, aileyi ve toplumu iyi ve iyilik doğrultusunda dönüştürmek olduğunu düşünürüm. Ne ki arzu edilen dönüşümün olabilmesi için bu üç ontolojik yapının (ve elbette bu arada tabiatın) korunması lazım gelir. Bir süredir bu üç yapının tamahkâr küreselci talepler tarafından tehdit altında olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Ailenin, toplumun, insanın küreselci kapitalizme karşı korunma ihtiyacı, dünya çapında yeni ittifakları zorunlu kılıyor.
Aile karşıtı fikirler, her zaman oldu ama şimdi aile karşıtlığı bizzat hayatın içinden sökün ediyor. Teknomedyatik dünyanın işleyişi büyük ölçüde ailenin aleyhine. Birileri, durmaksızın bizi “toplum” gibi, “insan” gibi, “aile”nin de gelip geçici, bir dönem lazım olmuş şimdi pek gereği kalmamış bir yapı olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Her ne kadar ailenin asla öldürülemeyeceği, yok edilemeyeceği, onun her seferinde yeniden küllerinden doğacağı fikrinde olsak da “aile”yi savunmak için özellikle çocuklarımıza, gençlerimize kullanışlı akıl yürütme biçimleri gerekiyor.
Sosyolojinin devlerinden Georg Simmel, “toplum” denilen şeyi tanımlamanın ne kadar güç olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: “Toplum, içeriği tek bir şekilde ve bütün olarak saptanabilir olmayan tedrici bir kavram.” Bu nedenle sosyolojinin açıklamaya çalışacağı temel konunun “karşılıklı etki” olduğunu söylüyor. Dikkat edilecek olursa, Simmel’in toplum için sarf ettiği bu sözler aile için de geçerli. Toplum gibi ailenin de var olduğunu herkes bilir ama iş neye “aile” diyeceğimize, aile tiplerini nasıl sınıflandıracağımıza geldiğinde hepimiz güçlük çekeriz. Birisi çıkıp “aslında ortada aile diye bir toplumsal gerçek yoktur; sadece ilişkileri düzenleyen hukuki normlar vardır” dese, ona tutarlı bir cevap üretmekte epey zorlanırız. Birkaç gün süren evlilikten sonra birbirinden kilometrelerce uzakta yaşamak zorunda kalan iki insan da bir ailedir; yüzlerce yıldır geniş bir soy ve nesep zincirine göre birbirine bağlanmış ve karar alma süreçlerini adeta bir kast sistemi çerçevesinde oluşturan çok kalabalık bir insan topluluğu da…
Bilim dünyası da şaşkın “aile” kavramı karşısında… Modernlik-öncesi zamanlarda birçok kültürde çok değişik aile tipleri olmuş. Gerçi modernlik, genellikle çekirdek aileyle karakterize ediliyor ama aslında şimdi durum, sanıldığından çok daha karışık. Yakın akrabaların nereye konulacağındaki zorluk bir yana aile tanımını sıkıntıya sokan birçok değişik durum var. Aile, genellikle “toplumsal kurum” başlığı altında ele alınıyor ve “toplumun en küçük birimi” diye söze başlanıyor. Aile için “kan, cinsel ilişki ya da yasal bağlarla birbirine bağlı olan insanlardan oluşmuş, mahrem ilişkilerle örülü bir grup” tanımı, genel olarak kabul görüyor ama bu tanımın aslında birçok belirsizlik içerdiği de teslim ediliyor. Belirsizlikten, değişkenlik mesul tutuluyor; hangi tür akrabalık ilişkisinin fertleri bir aile haline getirdiği veya hangi akrabaların aileye dâhil olduğu zamana, kültüre, coğrafyaya ve sosyoekonomik yapıya göre değişebilir diyerek işin içinden çıkılmaya çalışılıyor. Aile tanımı için genellikle fazla söz söylemeyen beşerî bilimler, söz aile tiplerine geldiğinde uzun uzun anlatmaya başlıyorlar.
Uzatmayalım genel geçer bir tanımda dahi çok fazla zorlanıyoruz ama yine de hepimiz, “aile” diye bir gerçekliğin olduğundan eminiz. Tıpkı “insan” gibi, tıpkı “toplum” gibi… Herkesin “insan” tanımı değişiktir, her “insan” diğerinden farklıdır ama bir insan varoluşu bulunduğundan kimse şüphe etmez. Herkesin “toplum” tanımı, insanlık tarihi boyunca sahne almış her “toplum” diğerinden farklı olduğu halde, insanın ilişkiselliğinden, özel bir duygusal bağlantı kurarak farklı yakınlıklar oluşturabilme yeteneğinden kaynaklanan “toplum” dediğimiz bir yapı vardır; işte şuradadır.
İnsanı, toplumu, aileyi anlatmanın güçlüğü, varlığından emin olduğumuz bu gerçekliğin, ontolojik kapsayıcılığı ve derinliği nedeniyle her seferinde dili aşmasından, bir türlü somut bir ifadeye kavuşturulamamasından… Zaten aile karşıtlığı da tam da bu belirsizliği oluşturan çatlaktan sızmak istiyor. “Sızmak” diyorum zira açıktan aileye karşı cephe almaya pek cesaret edemiyorlar. Vakti zamanında Marx ve Engels’i de çileden çıkartmış olan bir kutsallık halesi var “aile” etrafında.
Topluluklara yaptığımız konuşmalara “Biz bir aileyiz!” diye başlamayı, aramızdaki bağların gücünü anlatmak için “aile bağı” mecazından yararlanmayı yeğleriz, “insanlık ailesi” diyecek kadar ileri gittiğimiz de olur. “Aile” kavramı ile hep iyilik dolu temaları dillendirmek ister, birçok kötülüğün de aileden neşet ettiğini bilsek bile “aile” ile “kötü şeyler”i yan yana anmamayı tercih ederiz… Biz aileyi, “Kutsal” ile bağlantısı nedeniyle seviyoruz, onlar aynı nedenle yıkmak istiyorlar.
Kaynak: Yeni Şafak