AK Parti, kimlik siyaseti mi izliyor?
1 Kasım Seçimi’nin en önemli sonucu, “hâkim parti modeli”nin ayan beyan hale gelmesidir, tespitini yapmış, bunu açıklamaya, bundan sonra yapılması gerekenler üzerine görüş bildirmeye çalışıyorduk.
“Hâkim parti” kavramını kullanmaktan muradımız, “muhalefet yokluğu”nun vurgulanmasıydı. “Kendileri başta olmak üzere, artık muhalif partilerden bir iktidar çıkacağına kimse inanmıyor. Geriye dönülüp bakıldığında, değişim konusundaki endişe ve öfkeyi dile getirmekten başka bir iş yapamadıkları, program düzeyinde bir alternatif ortaya koyamadıkları, giderek genel seçmenden ve ülke yönetimi anlayışından koptukları, belli segmentlerin temsilcisi ve sözcüsü olmaya doğru sürüklendikleri daha net görülüyor” diye yazdık. Bize göre Ak Parti, 13 yıllık eşsiz başarısını, demokratik hamlelerini rahmetli Erbakan’ın “garson”, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun “hadim” adını verdiği devlet anlayışıyla birlikte hayata geçirerek sağlamıştı. 1 Kasım Seçimi’nden sonra artık bu anlayışa, rahmetli Aydın Menderes’in “hakem devlet” yaklaşımı eklenmeliydi. Bu yapılabilirse liyakat, adalet ve hukuk içinde, farklılıkların özgürce bir arada yaşayabileceği hissi yayılabilir, birliğimiz, dirliğimiz daha da güçlenebilirdi. Bu yazımda da “hakem devlet” yaklaşımını açmaya çalışacaktım.
“Hakem devlet, toplumun, hür ve eşit vatandaşların varlıklarını ifa ettikleri ilişkiler ağı olarak görülmesi, vatandaşları arasında asla ayrım yapmadığı gibi herkese ve her kesime karşı eşit mesafede olunmasıdır, diyecektim. Demokratik bir toplumda sivil alanı dolduran birçok farklı çıkar ve etkileşim grupları olmasının doğallığından ama devletin genelin çıkarlarını esas alması, toplumdaki çatışmaların bir izdüşümü olmak yerine o çatışmalardan alabildiğine muaf olmaya, liyakate dayanmaya gayret etmesi gerektiğinden, başka türlü bireyin özgürlüğünü, hukukun üstünlüğünü temin edemeyeceğinden bahsedecektim. Ancak geçen yazımı okuyan, Ak Parti’ye eleştirel duran, analiz yeteneği güçlü bir dostum (Osman Kural) sosyal medyadan bir eleştiri yöneltti. Onun eleştirisi, hakem devleti konuşmadan önce mevcut durumdaki algı yanılmalarını ele almam gerektiğini gösteriyordu. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:
O.K: Hocam, yazınızda muhalefete dair yazdığınız her şey, AKP için de geçerli, tek fark arka bahçesi olan segmentin kalabalıklığı. Dolayısıyla seçmen kitlesi karma olan ve genele hitap eden bir parti Türkiye’de arayın ki bulasınız. Hep aynı yere varıyoruz: Kimlik siyaseti.
E.G: En mühim yanılgı noktanız burası. Ak Parti seçmeni, herhangi bir segmenti değil toplumsal omurgayı temsil ediyor. Ülkesini ve toplumun tamamını göz önünde tutarak, hepimizin istikbalini hesaba katarak düşünüyor, tercihini ona göre yapıyor.
O.K: Biz düşünmüyor muyuz hocam? Hangi partinin seçmeni sadece kendi geleceğini oyluyor ki?
E.G: Siz kesinlikle istisnasınız ama Ak Parti dışındaki seçmenin ekserisi, kendi segmenti, ideolojisi, endişesi için tercih yapıyor maalesef.
O.K: Kimlik, omurga olmaz. Şayet bir kimlik omurgaysa, diğerleri sadece figürandır. Omurga Müslümanlıktır dense sonuna kadar tamam, aynı şekilde laiklik-hukuk devleti ve sosyal devlet dense tamam. AKP, “diğerlerinin” oyuna ihtiyaç duymuyor, o yüzden bu kitleleri gözden çıkarabiliyor. Bir de, ifade ettiğiniz gibi bir endişe, korku varsa bu neden önemsiz bulunuyor ya da teskin edilme gayreti göremiyoruz?
E.G: Omurga siyasetinin bileşenleri konusunda çok benzer düşünüyoruz. Bence Ak Parti de genel olarak böyle düşünüyor ama demek ki kendisini doğru anlatamıyor. Aynı şekilde, her kesimin korku ve endişesine dikkat edilmesi gerektiği konusunda ise haklısın. Özellikle “hakim parti modeli”nde bu, çok önemli…
Ak Parti, “muhafazakâr demokrat” adını verdiği bir siyasi programla seçmenden oy isteyen bir parti. Türkiye’de insanların çoğunluğu “muhafazakâr” diye adlandırılabilecek bir yaşam tarzına ve anlayışına sahip. Bu durum, Ak Parti’ye bir avantaj sağlıyor olabilir ama asla başarıyı garanti etmiyor. Muhafazakâr olduğunu söyleyen ama başarı sağlayamayan öyle çok partimiz oldu ki… Tüm muhafazakârların Ak Parti’ye oy vermemesi bir yana bu partinin muhafazakâr olmayanların da oyunu aldığı bir gerçek. Bir başka gerçek de Ak Parti’nin kimlik siyasetini, belli bir kesimin partisi olmayı, sadece hukuki gerekçelerle değil samimiyetle reddettiği… Ak Parti’nin nasıl büyük bir dönüşümü başararak vesayet sistemini çökerttiği ve “hâkim parti” konumuna yükseldiğinin, tarihsel, konjonktürel, sosyoekonomik, psikolojik ayrıntılarını şimdilik bir kenara bırakalım. Yukarıdaki diyalog gösteriyor ki, Ak Parti’nin kendini topluma, özellikle siyasi rakiplerini destekleyen insanlara algılatmasında bir sorun var. Ak Parti, hâkim parti olarak, tüm toplumu kucaklamaya, hakem devlet idealini gerçekleştirmeye yönelecekse, yeni anayasa ve sistem tartışmalarından önce, işe bu sorunu gidermeye çalışmakla başlamalı. Seçim sathı mailinde “Sen ben yok, Türkiye var!” diyen bir partinin bu sorunu halletmesi, pek de zor olmasa gerek…
Kaynak: Yeni Şafak