Akıllı aygıtların elinde tutsak gençlerimiz (IV)
İ-Nesli” yazarı J. M. Twenge, 1995’ten sonra doğan ve akıllı telefonların dünya çapında yaygınlık kazandığı 2012 yılında ergenlik döneminde bulunan gençlerin özelliklerini saptamaya odaklanıyor. “İ-Nesli”nin bir özelliği de hayli hassas, kırılgan ve kaygılı oldukları için güvenli bir alanda durmaya, sıkıntılı-gerilimli olaylara hiç karışmamaya dikkat etmeleri…
İlk bakışta olumluymuş gibi görünen bu özellikleri, gençleri sosyal alandan uzak tuttuğu için hayattan öğrenmelerinde sorun oluşturuyor. Zaten ebeveyni de kaygılı olan yeni nesil gençler, olumlu anlamda bile olsa asla risk almaya yanaşmadıkların hayatın gerçekleriyle yüzleşemiyor, eleştiri kabul edemiyorlar. Merhamet hissetseler bile onun için harekete geçemiyorlar. Bir önceki “ben nesli”nin narsistik özelliklerine sahip değiller ama o kadar durgunlar ki, “Acaba kendilerini sevmeye de enerjileri kalmadı mı?” sorusunu akla getiriyorlar. Twenge, pek o alanla ilgilenmemiş ama sosyal tecrübe ve becerileri böylesine azalan gençlerin empati açısından da zayıf olacaklarını tahmin etmek zor değil…
Twenge’nin araştırması, “Bitik Erkekler” yazarı Zimbardo’nun bulgularını doğruluyor. “İ-Nesli” çalışmak istemiyor, onun yerine sanal aktiviteleri, bilgisayar ve video oyunlarıyla vakit geçirmeyi tercih ediyor, ahlaki sebeplerle değil ama güvenlik arayışları nedeniyle evlenmekten ve çocuk yapmaktan kaçınıyorlar. Bu nedenle “İ-Nesli”nde evlilik-öncesi cinsel ilişki azalıyor, sanal cinsellik ve pornografi artış gösteriyor. Evlenme yaşı 1960’larda 20 yaş civarlarındayken iken şimdi 30’lara uzamış durumda… Gençler arasında eşcinsel ilişki artışı çok dikkat çekiyor. Doğurganlık azalıyor ama bekar annelerden doğan çocukların sayısı artıyor. Yine güvenlik arayışı nedeniyle yeni nesil gençler AVM’lere pek gitmiyorlar ama alışverişten ve tüketmekten pek hoşlanıyorlar. Tabii ki bu durumda alışveriş için interneti kullanıyorlar. Kaygılı olduklarından önceki nesillerde görülmeyen antimikrobiyal eşya kullanma titizliği, sağlıklı beslenme takıntıları gibi acayip adetler gösteriyorlar.
Ürkek-çekinik, kaygılı “İ-Nesli”, tahmin edileceği gibi siyasetle uğraşmayı sevmiyor, siyasi fanatizme uzaklar. Ama uyuşturucuların yasallaşmasını, çocuk aldırmanın serbest olmasını, ateşli silahların kontrol altına alınmasını savunuyorlar ve ölüm cezasına karşılar…
İşte böyle… ABD’de gençlerin sergilediği panorama bu. ABD’den tüm dünyaya, gençlerden tüm nesillere bu davranış tablosunun çok kısa sürede yaygınlaşacağı konusunda herkes hemfikir. Çünkü bunlara neden olan kültürel alt-yapı aynı: Başta akıllı telefonlar olmak üzere, yeni dijital bilişim sistemleri… Üstelik buradan geri dönüş ihtimali de pek imkân dahilinde görülmüyor. Zira tıpkı madde bağımlılığı gibi bir etkisi söz konusu internetin… İnternet üzerinden ardı ardına gelen veri ve enformasyon akışı, sürekli merakımızı tatmin ederek, bize bir “dopamin duşu” yaşatıyor. Yapımcılar, bağımlılıktan sorumlu olan dopamini azami düzeyde tutacak şekilde ayarlıyorlar programları. Bu nedenle Dr. Mustafa Merter “hepimiz, usul usul Matrix ashabı oluyoruz; ‘nur-man’i terk edip ‘dopamin-man’ olmaya yöneliyoruz” diyor. Ona göre tıpkı Matrix filmindeki gibi bu gidişattan sadece çok azımız kendini kurtarabilecek. Çünkü burada insanın en ilginç zaaflarından biri devreye giriyor. Kendimizi kandırıp gerçeği inkâr ederek, internetin dosttan düşmana dönüşmeye başladığını, insanlık tarihinin en tehlikeli ve sinsi, dünya çapındaki salgın hastalığıyla karşı karşıya olduğumuzu görmezden geliyoruz.
Twenge, kitabını ne yapılması, nasıl önemler alınması gerektiği hakkındaki önerilerle bitiriyor. Dr. Mustafa Merter de yazdığı önsözde şu önerilere yer veriyor: Öncelikle bu durumun küresel boyutlarda bir hastalığa doğru gittiği kabul edilmeli ve duçar olduğumuz yeni hastalığın ölçütleri tanımlanmalı. Bizde de tıpkı ABD’de olduğu gibi ergenlerden başlayarak depresyon, kaygı, narsisizm, bağımlılık gibi belirtiler alan taramaları vasıtasıyla ölçülmeli ve veri bankalarında toplanarak meta analizleri yapılmalı. Sadece bugünün analiziyle yetinmeyip geleceğe dönük davranış tahminleri yapan araştırma kuruluşları olmalı. Eğitim sistemi yeniden yapılandırılmalı, Matrix ile bağlantı, asgari düzeye indirilmeli; çocukların, ergenlerin bulunduğu okullar, yatılı bölümler gerekirse yayın bozucu jammer’larla koruma altına alınmalı. Kişisel ekran zamanı (screen time) otomatik olarak ölçülmeli, tehlike sınırına geldiğinde kişiler uyarılmalı. Sanal temasın tıpkı alkol gibi insanın aklını ve daha da önemlisi kalbini örttüğü gerçeğinin anlaşılması için elden ne geliyorsa yapılmalı. İnsanları Matrix’e sokmanın sosyopolitik bir proje olduğundan hareketle bir “Matrix Araştırma Enstitüsü” kurulmalı, milli arama motoru ve filtre sistemleri gibi karşı tedbirler geliştirilmeli…
Kaynak: Yeni Şafak