“Allah devletimize zeval vermesin!”

”Devlet” meselesini aklıselimden ayrılmadan konuşmak, hele hele “demokratik devlet”in nasıl olması gerektiği hakkında fikir serdetmek hayli zor… Dünyaya, insana, topluma nasıl bakıyorsanız ona göre bir devlet anlayışına sahip oluyor, daha en başından tarafgir olmak durumunda kalıyorsunuz. Sadece bizde değil batıda da böyle.

Modern batıda her ne kadar sivil toplumcu, özgürlükçü ve liberal demokrasi yanlısı görüşler hâkim ise de mesele devleti savunma noktasına geldiğinde, birçoğu hemen bize Alman filozofu Hegel”in görüşlerini hatırlatır ve Hegelci kesiliverir. O Hegel ki, devleti, evrenselin temsilcisi ve savunucusu, mutlak aklın tahayyülü olarak görmekte tereddüt etmez. Devlet aklı (raison d”etat), yalnızca var olmakla kalmaz, aynı zamanda en meşru akıldır da. Toplumun çıkarlarını sadece devlet aklı bütünlüklü bir şekilde düşünebilir.

Batı düşünce tarihinde devlet ve sivil toplum adına ne biliyorsak Hegel için tam tersi doğrudur. Devlet ve sivil toplum ayırımına, toplumsal sözleşme teorisine hiç inanmaz. Ona göre devlet yoksa kişinin kendisi de, ahlak da, hakikat de yoktur. Faşizm ve Nazizm gibi modern despotik rejimlerin, devleti koruma noktasında her şeyi yapabilecek bir felsefi bakışa sahip olan batıda ortaya çıkmış olması, tesadüf değildir.

Batı, devlet konusunda böyle bir gel-git içinde; kâh özgürlükçü kâh alabildiğine devletçi. Biz ise hem devletin her türlü ekonomik ve toplumsal gelişmenin ana dinamiği olduğu doğulu paragidmaya yakınız hem de din-devlet ilişkilerine batıda olduğundan bambaşka içerikler veren İslam coğrafyasına aidiz. Kuran”ı Kerim”deki (Nisa; 4/59) “Ey mü”minler Allah”a itaat ediniz. Peygambere ve sizden olan ulul emre itaat ediniz” ayetindeki hüküm, birçok İslam ülkesinde olduğu gibi yöneticilerimiz tarafından da varlıklarını ve itaat beklentilerini gerekçelendirmek şeklinde anlaşılmış. Harezmler gibi Müslüman Türk devletlerindeki yöneticiler, Halifeliğin kendilerine geçmesinden sonra Osmanlı hükümdarları “Zıllullah-i fi”l-arz” (Allah”ın yeryüzündeki gölgesi) unvanını kullanmışlar. Cumhuriyet, hemen her alanda reddi miras ederken kutsal devlet fikrini aynen devralmış. Bunlar üzerine enine boyuna düşünmek zorundayız. Devlete nasıl demokratik içerikler kazandırılacağı meselesi, modern zamanlar boyunca ve şimdi, Müslüman aydının ve siyasetçinin önünde en acil görev olarak duruyor. Çokça düşünmeli, sakince konuşmalıyız.

Bütün bunları, “paralel” (devlet, yapı) tartışmalarında söyleyeceklerimizi, muarızlarımızın hemen “devletçi” diye etiketlemelerinin önüne geçmek için baştan ifade ediyoruz. Evet, çok açık biçimde bu tartışmada “devlet”ten yanayız, gerilim devletin lehine bitsin istiyoruz. Sivil gücü temsil ettikleri gibi bir gerekçeye sığınılarak devlet-içinde hizipçi yapılanmaları asla tasvip etmiyoruz. Demokrasi mücadelesinin bir adabı, usulü olduğuna inanıyoruz.

Devleti savunmamızın devletçilikle bir alakası bulunmuyor. Hegel”in saçma tarihin sonu teorisi gibi devletçiliğini de benimsememize imkân yok ama devlet ve sivil toplum ilişkisinin zıtlıklar temelinde sözleşmeye dayalı olmayıp birbiriyle yakından bağlantılı olduğu anlayışında onunla mutabıkız. Devlet, toplumun gücü tek meşru kullanma yetkisini de içerecek tarzda kendisinden üretebildiği genel otoritedir. Toplumun kendine özgü genel bir diyaloga sahip olduğunun ispatıdır. Toplumun tasdik ettiği pratik akıldır. “Hak ettiğiniz biçimde yönetilirsiniz” kutlu sözü, devlet ve toplum arasındaki kopmaz bağı çok sarih biçimde anlatır. “Ben”, “biz” ve “devletimiz”, her birindeki değişme ve gelişmelerin diğerini etkilediği organik bir ilişki halindedir.

Devletçiler için tüm işleyişte esas olan devlettir; toplum devletin hizmetçisidir. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” onların temel şiarıdır. Devletin bizatihi kendisi kutsal olduğundan, toplumun talep ve ihtiyaçları bir önem taşımaz, nasıl olsa devlet toplum için en iyisini düşünecek ve yapacaktır. Devletin varlığı ve hayatta kalması için yeri gelir tüm yurttaşlar bile feda edilebilir.

Oysa demokratlık olarak anlatmaya çalışacağım, dinimizle de pekâlâ uyumlu olduğunu düşündüğüm fikirler, hiç de devletçi değildir. Mütedeyyin demokratlar için asıl olan insan ve toplumdur; sağduyuya ve halkın özgür sesinin nihayetinde Hakk”ı terennüm edeceğine inanırlar. Devlet, milletin hizmetçisidir. Rahmetli Erbakan”ın “garson devlet”; Rahmetli Yazıcıoğlu”nun “hadim devlet” diye anlatmaya çalıştığı tam da budur. Devlet, ne kadar demokratik olursa, millete o kadar yakınlaşacak, milletin gerçek temsilcisi olacak diye düşünülür. Yetmez: Devletin yönetimi, toplumsal dinamiklere bağlı olarak mütemadiyen değişime açık olmalıdır. İktidar kadar muhalefet de önemlidir. İktidardayken toplumun taleplerine ve değerlerine uygun bir yönetim gösteremeyen yerini muhalefetin alternatif projelerine bırakmak zorunda kalır.

Hem devlette kendisine daha fazla alan açmak için çabalayan hem de “Allah devletimize zeval vermesin” diye dua eden milletimiz, bu ayrımları çok iyi bilir. Bu yüzden hep demokrasiden ve devletinden yanadır; paralel girişimlere yüz vermez, dönüp bakmaz.

Kaynak: Yeni Şafak

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41