‘Apartman bir sefer tası’
Bir medeniyet iddiamız varsa, değişmeyen, değişmemesi gereken gündemlerimizden birisi de şehirlerimizin hali, şehirciliğimiz ve şehirliliğimiz olmalı. Bu alanda kayda değer ne bulsak, birbirimize aktarmalı, tartışmayı canlı tutmalıyız. Lacivert Dergi Eylül ayındaki 38. sayısında alana öyle bir müdahalede bulundu ki, onun için “kayda değer” nitelemesi az gelir. “Apartman, bir sefer tası” başlığıyla çıkmış bu fevkalade sayının her yazısı önemli. (Meraklısı için: http://www.lacivertdergi.com/d… ) Hem bir misal teşkil etsin hem de kıymetli Halil İbrahim Düzenli Hocayı tanımayanlar da tanısın bilsin diye Raşit Ulaş ile yaptığı mülakatı, münhasıran ele alacağım.
Halil İbrahim Düzenli, genç bir mimarlık hocası; merhum Turgut Cansever’in talebesi ve onun izinde. Şehircilik ve mimari hakkındaki düşüncelerini “ufki şehir” başlığı altında anlatmaya çalışıyor. Çıkarımlarını Cansever’in Osmanlı şehrini okuma biçimine dayandırıyor. Osmanlı şehir anlayışının 500-600 senede tek tek eklenerek, uç uca konarak oluşan bir geleneğin dokusu içinde oluştuğunu söylüyor. Balkanlar’dan Anadolu coğrafyasına, diğer İslam coğrafyalarından Kafkaslara kadar bu dokunun izlerini görmek mümkün diyor:
“Ufki şehir, ufukla alakalı bir şey… Fussilet Suresi’nde; ‘Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kuran’ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun’ şeklinde bir ayet-i kerime var. Burada geçen kelime ‘âfak’ yani ufuklar. Biz ufku karşıdaki çizgi olarak biliriz. Ancak ayette geçen ufuk kelimesi, sadece karşıdan görünen bir yataylık ve çizgi anlamının sınırlarını baya aşıyor zira ‘varlığımızın delillerini göstermek’ deniyor. Dolayısıyla varlığın delilleri bir çizgiden, bir ufuktan, bir yataylıktan ibaret olmasa gerek diye düşünüyorum. İçerisinde yaşadığımız şehrin, mahallenin, evin, sokağın da aynı zamanda varlığın delillerinin gösterilmesi, onlara kapı aralanmasına imkân veren sokaklar, mekânlar olması anlamına geliyor. Bir Osmanlı şehrini ele aldığınızda; onların dışarıdan yahut yukarıdan karmakarışık görünen sokaklarına girdiğinizde çoğumuzun aklına; ‘ne daracık, yamuk yumuk sokaklar’ diye gelebilir. Hâlbuki bu yapıya daha derin bir mana yüklemek gerekir. Turgut Cansever’in okuması şu; ‘İnsanın yaşadığı şehri, mahalleyi kendi bedeniyle tecrübe etmesi…’ Yani bedenle keşfetmek… Üç adım attığınızda Osmanlı şehrinde ne görürsünüz? Bir duvar var, bir evin cumbası yola sarkmıştır, uzakta bir ev daha gözükür, bir yerden bir ağaç sarkmıştır, yeşil tabiat… İki üç adım daha atarsınız, bir süreklilik içerisinde gördükleriniz tekrar değişir. Karşıdan dönünce, ağaçlar ve tabiat değişmektedir. Sürekli değişim halinde olan, kendi bedeninizle fark edebileceğiniz bir çevre…”
Halil İbrahim Düzenli Hoca, Osmanlı şehirciliğin modern dünyadaki şehircilik anlayışının tam tersi bir anlayışla oluştuğu kanaatinde… Yollar, hız, trafik ve neticede dümdüz olma hali oluşturuyor modern şehircilik. Sadece yanından geçip gidilen, insani olan yapıyı düşünmeye imkân vermeyen bir şehir planlaması var modern zamanlarda. Ne yazık ki bu anlayış, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren bizde de yerleşmiş. Önceden o karmaşık görünen ama aslında belli bir amaca matuf, belli bir idraki görmeye imkân tanıyan sokakları dümdüz yapmışız. “Bu modern planlama mantığıyla kurulan, hiçbir şekilde önceki yapıyı referans almayan, topografyayla ilişkisi düşünülmeyen abuk sabuk şehirler ortaya çıkmış.”
Düzenli Hoca, eleştirel bakışını apartmanlara geldiğinde daha da arttırıyor. “Apartman dediğimiz şey yeni teknoloji ve betonarmenin şehre ve ülkeye gelişini de işaret ediyor aslında. Üst üste koyma mantığı. Eskiden ev dediğimizde bahçesiz bir şekilde düşünülemezdi fakat apartmanla birlikte evler ilk önce bahçesinden koparıldı. İlk önce tabiat yani bizzat dokunduğun, ayak bastığın şey ortadan kalktı. Ondan sonra değişik modern planlamalarla beraber doğrudan mülkiyet yapısı değişti. Yeni gelen şeyin adı kat mülkiyeti oldu… Bugün evlerin geldiği nokta bugünkü borsa kâğıtlarından farksız…” Oysa bir evin yaşanabilir olması, yaşanılabilir bir tabiatla olan ilişkiden, küçük de olsa bir bahçenizin olmasından geçiyor. Apartmanda büyüyen çocukların nelerden mahrum kaldıklarını anlatıyor uzun uzun. Tabii Hoca, “kiremite çıkmış kedi” görme duyarlığını yitirmemiş olanlara hitap ediyor.
Aile Araştırma Kurumu’nun yaptığı ankette “Nasıl evlerde yaşamak istersiniz?” Yüzde 94’ün “bahçeli müstakil ev” diye cevap vermesini çok önemsiyor Hoca. Zira 2. Dünya Savaşı sonrasında böyle bir soruya Fransızların ancak %60’ı bahçeli ev diye cevap verdiği halde Fransa’nın konut planlaması bu esasa göre yapılmış. Bizim yöneticilerimizin de halkın taleplerine kulak vermesini istiyor. Hepimizden sert ve keskin bir dille eleştiriyor Düzenli Hoca, şehirciliğimizi ve şehir hayatımızı ama bunların düzelebileceği, düzeltilebileceği konusunda hepimizden daha umutlu.
Kaynak: Yeni Şafak