Arkadaş: Sırtımızı dayadığımız kale

Arkadaş: Sırtımızı dayadığımız kale

İnsan ömrünün “nefs olgunlaşması” amacına yönelik olduğu kanaatindeyim. Nefs olgunlaşması perspektiğinden baktığımızda, önceden karışık ve karmaşık görünen birçok konunun daha berrak biçimde görülebileceğini düşünüyorum. Bu yazıda ele alacağımız arkadaşın bizim için niye bu kadar önemli olduğunu da bu şekilde daha iyi kavrayabileceğimizi sanıyorum.  

Ana rahmine düştükten itibaren, biyolojik bünyemiz, bedenimiz potansiyellerinin elverdiği en sağlıklı yapıda kalmaya çabalarken psikolojik bakımdan da en dayanıklı, en sebatkâr hale ulaşabilmek için gayret gösteriyoruz. Kimimiz başarabiliyor kimimiz muvaffak olamıyoruz. Zaten bizim gayretimizin etkisi de bir yere kadar zira ömür yolculuğunda irademizin gücüyle yapabileceklerimiz hayli sınırlı.

Ömür yolculuğunun her aşamasında, etrafımızda, bizi bu amaca taşıyacak farklı bakım vericiler, rehberler, eşlik ediciler, vazgeçilmez ötekiler bulunuyor. İçine doğduğumuz aile ve kültür kadar önemli bu hayatımızdaki vazgeçilmez ötekiler… Mesela doğum zamanına kadar ve yaşamın ilk yıllarında annemize emanetiz. Sonra sırasıyla babamız, kardeşlerimiz, akrabalarımız, oyun ve okul arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz hayatımızda önemli roller üstleniyorlar.

Başlangıçta adeta annemize ve ailemize yapışık gibiyiz. Nefs olgunlaşmasının ilk aşamasını onlardan ayrışma ve varlığımızı özgün bir kimlik ve kişilik olarak kurma oluşturuyor ve ne yazık ki, temellerimizin inşa olduğu bu aşamada elimizden gelen neredeyse hiçbir şey yok. Uzun bir bakım ve bağımlılık dönemine sahip olması, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik… Başta annemiz ve ailemiz, çevremizdeki insanların ve yaşadığımız kültürün bize sağladıkları, büyümemiz ve gelişmemiz için oluşturdukları ortam bizim kendi çabamızdan daha önemli. Onlar ne kadar özenli ve sevgi dolu ama aynı zamanda özerkliğimizi destekleyici biçimde davranabilirlerse, biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarımız karşılamaya yönelebilirlerse, ilk aşamayı daha kolay, daha iyi, daha sancısız, sıkıntısız atlatabiliyoruz.  

Hayatımıza aile dışından kattığımız ilk yabancılar olan arkadaşın insan hayatındaki rolü ve önemi, oyun ve okul çağında ortaya çıkıyor, çocuk arkadaşlarımızla oynadığımız oyunlar, yaşadığımız didişmeler ve dayanışmalar sayesinde “hayat oyunu”nu öğrenmeye başlıyoruz. Ama arkadaşın arzumuzun temel nesnesi, hayatımızın vazgeçilmezi olması, esasen gençlik dönemine geçerken, ergenlik sırasında belirginleşiyor. Tüm araştırmalar, ergenlik döneminde insanın arkadaş çevresinin değerlendirmelerine daha çok kulak kesildiğini ve onları daha çok önemsediğini gösteriyor. Kendi anne babası, ailesi bile ergenlik döneminde arkadaş çevresinden daha geride kalıyor. Böyle olması, hattı zatında olumsuz bir şey de değil, tam tersine nefs olgunlaşması için gerekli.

İnsanın ayrı ve sağlam bir kimliği ve kişiliği olabilmesi için, daha düne kadar onların yardımı ve bakımı olmadan adım bile atamadığı ailesinden farklılaşmayı, ayrışmayı göze alabilmesi gerekiyor. Böyle dediğime bakmayın, bunu asıl ailenin fark etmesi, tamamen kendine bağımlı olan yavrusunu yavaşça özerk hayata alıştırması lazım. Her neyse, insan, aile ve akrabalarının haricinde başka kimseler olduğunu ve onlara güvenmesi gerektiğini ergenlik dönemindeki arkadaşları sayesinde anlıyor. Üstelik onlardan duygu alışverişini, cinsiyet kimliğine ilişkin özelliklerini ve sırdaşlığı, fedakârlığı ve samimiyeti öğreniyor. Daha doğrusu ailesinden öğrendiklerini, bu yeni çevrede sınama ve gözden geçirme, gerekirse değiştirip düzeltme fırsatı elde ediyor. Ergenlik dönemindeki arkadaşlıklarımız sayesinde, insan ilişkisinde mesafe ayarlamasının şart olduğunu, herkesle dost olamayacağımızı, herkese aynı yakınlıkta durmayacağımızı, yani dostumuzu düşmanımızı iyi belirlememiz lazım geldiğini de öğreniyoruz.

Buraya kadar sorun yok, insan yavrusunun gelişimine kafa yoran herkes bu sözlerimin altına imza atabilir. Ancak ben arkadaşın öneminin daha ziyade  temel erdemlerden biri olan vefayı iyice öğrenip idrak ederek beşer olmaktan insan olmaya geçişte ortaya çıktığını, ömür yolculuğundaki bu dev adımı  arkadaşlarımız sayesinde attığımız düşünüyorum.

Erdem olarak arkadaşlık: Vefa

Vefanın sadakat, bağlılık, kadir kıymet bilmek, sözünde durmak, borcunu ödemek, karşılığını vermek, unutmamak gibi birbirleriyle yakından bağlantılı ama farklı anlamları var. Vefanın her bir anlamında bulunan ortak özellik ise devamlılık ve kararlılık… Bir insan, hayatının her safhasında bu özellikleri gösterebilirse vefası bir erdem halini alabiliyor. Vefalı insan, bağlı insandır; kendini daha da insaniyetli kılan hatıralarına, düşüncelerine, dostlarına bağlılık gösteren kimsedir. Onları bir anda değiştiren, yokmuş, hiç olmamış gibi davranan vefasızdır.

İnsan unutur. İyi ki de unuturuz, yoksa neyi hatırlamak durumunda olduğumuzun bir önemi kalmazdı. Belleğimizin kapasitesi sonsuz değildir. Geleceğin belleği kaygı ise, bellek “geçmişin şimdiki zamanıdır.” Hatırladıklarımız sayesinde varız, hatırladıklarımız kadar sadığız. Bu yüzden unutulanlardan olmak istemeyiz. Bizim için bir ilişkinin taşıdığı değere karşımızdaki de sahip çıksın, arada bir bizi ansın isteriz, yaşanılana sadakat bekleriz.

Sadakat, insanın unutmaya direncidir, unutmanın faydalarından menfaat ummayı reddedip bağlılıkta karar kılabilmesidir. Sadakat, çıkarcılığa, günü birlik-belleksiz yaşamaya, kendini unutuşa bırakmaya karşı, insandan, insan ilişkisinden, hatırlamadan ve dostluktan yana olabilmektir. Yaşadıklarına, emek ve değer verdiklerine saygılı bir duruşu her zaman gösterebilmektir. Vefa, insan olma şerefini taşıyabilmek için olmazsa olmaz bir erdemdir, vefasızlık, acımasızlıktan bile daha beterdir. Şüphesiz vefanın temelleri ailede atılır, bize hiçbir karşılık beklemeden sadece biz olduğumuz için her türlü bakımı yüksünmeden veren ailelerimiz ilk vefa öğretmenlerimizdir ama sahada, ilk uygulama alanında onu bize ifa edenler, ettirenler, hayatımıza yabancı olarak giren, bize dışarıdaki insan kardeşlerimizin temsilcisi olarak hayatın atadığı arkadaşlarımızdır. O yüzden arkadaş seçiminde dikkat etmek lazım geldiğinin yanı sıra, hayatın karşımıza çıkardığı, bir biçimde bizimle karşılaştırıp kaynaştırdığı arkadaşlarımıza karşı ne kadar vefalı davrandığımızı sorgulamak lazım geldiğine inanırım.

Yoldaşlık, yoldan yeğdir

“Her şey gönülde cereyan ediyor. Ve insanlar, biz zannediyoruz ki, hâl-i cimâ’dan doğuruyorlar. İnsanlar hâl-i cimâ’dan doğmuyorlar. İnsanları gönül döllüyor. Gönül çocukları onun için ayrı oluyor. Ve gönül çocuklarının çoğu onun için ‘yol evlâdı’ oluyor, ‘bel evlâdı’ olmuyor. Tasavvufta, yol oğlu olmak, bel oğlu olmaktan; yol evlâdı olmak, bel evlâdı olmaktan onun için mukaddemdir… Peygamber-i Ekber, ‘Önce selâm, sonra kelam’ buyuruyorlar, ‘Önce refîk, sonra tarîk’ buyuruyorlar”…
‘Dostluk üzerine’ kitabında Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu üstadımıza bu cümleleri söyleten muhteşem bir dini kültürümüz var. Tarihsel-toplumsal psikolojimiz de bu kültürün doğrudan destekçisi. Sağdıçlık, kirvelik, musahiplik, ahretlik gibi bizi birbirimize zimmetleyen geleneksel kurumların bulunduğu; sevginin, bağlılığın, güveninin insan ilişkisi için temel olduğu, insanların kendilerini başkasına emanet etmeyi daha çocukken öğrendiği bir yaşam kültüründen geliyoruz.

Farsça “dost” sözü dilimize geçip bizim haline gelmeden önce, “arkadaş” demişiz yakınlarımıza, Sırtını, gözünün göremediği, düşmanın yanaşacağı arkanı yaslayacağın manasında… “Arkadaş” dediğimiz kişiyi, aynı karnı paylaştığımız kardeşten (karındaş) bile yeğ tutmuşuz. Aynı yolu yürüdüğümüzde arkadaşlık makamı daha da kıymetlenmiş, yoldaşlığa yükselmiş. Yoldaşlığı yücelten yoldur lakin yoldaş olmadan yol, manasını tam bulamaz. Bu nedenle olsa gerek, yol evladı olmanın bel evladı olmaktan evla olduğu anlayışını çarçabuk benimsemişiz. Zaman içinde arkadaşlar arasında farklılıklar olduğunu gördükçe, gündelik dilde kelimeler arasında kendiliğinden bir hiyerarşi oluşmuş, “dost” kelimesi, bize kardeşimizden bile daha yakın olanlar için kullanılmaya başlanmış, “arkadaş” bir adım geriden gelmiş.

“Dost” ve “arkadaş” arasında pek ayrım yapılmayan batı kültüründen yazan Wilhelm Schmid, “Arkadaşlıkta Saadete Dair” kitabında (İletişim Yayınları) Aristo’nun 2500 yıl önce yaptığı arkadaşlık türleri ayrımının bugün de hala geçerli olduğunu söylüyor. Arkadaşlığın bir türü, beraber eğlenmeye odaklanır, diğer türünde ise çıkar ve fayda esastır. Hakiki arkadaşlık ise bu ikisinden de çok farklı; tüm hesaplardan uzak, ruhların birbirine gerçekten dokunabilmesini amaçlıyor, benzer erdemlere sahip olmaya dayanıyor ve birçok saadete vesile oluyor. Bütün bunlar doğru ve bugün için de geçerli.

Yakın arkadaşlık, dostluk, aşka benzer

Schmid, ayrıca yakın arkadaşlığın aşka benzerliğini vurguluyor ve bu ikisini kıyaslıyor. Yazının başında ergenlik döneminin özelliklerini bir kez daha düşündüğümüzde, dostluğun, aşkın aynı dönemin eserleri olduğunu daha iyi anlayabiliriz. İkisinde de çok güçlü bağlar var, ikisinde de duygusal yönlenmemiz belirleyici, akli tercihlerin kıymeti harbiyesi pek yok. Ama çoğu zaman arkadaşlık, aşka ağır basıyor. Katılıyorum.

Bana öyle geliyor ki, dostluk da aşk gibi insan varoluşunun daha çocukluk da kökleşmiş temel koreografisinde sağlam bir yere sahip. Sanki rekabeti de öğrenmek zorunda kaldığımız aile ortamında kardeşlik hisleri kana kana yaşanamadığı için kalbimizde “ideal kardeşlik” için bir yer açılıyor ve hayatımızın içinde ruhları ruhumuza değen, ortak erdemler de buluştuğumuz az sayıdaki insanı o makama yerleştiriveriyoruz. O yüzden “kardeşin duymaz, el oğlu duyar”, “dostun bir tek fiskesi yareler beni” diyoruz. Yeniden, üstelik bu kez idealleştirerek kardeşleşiyor, dost oluyoruz. Yani bünyemiz, varoluşumuz dostluğa müsait…

Nerede o eski arkadaşlıklar?

Bunlar, güzel sözler ama biz tekrar gerçeklere gelelim. Çok şükür, toplumumuzun bağrında sessiz sedasız hala dostluklar, güzel arkadaşlıklar sürüyor.

Ama maalesef modernlik tüm geleneksel kavramlar ve bağlar gibi yakın arkadaşlıkları da tarumar etti. Her şey gibi ilişkileri de araçsal akla bağladı. Haz ve çıkarın her şey olduğu dünyada, erdemlerde benzerliğe dayalı, karşılıksız, hakiki dostluğa pek yer kalmadı. Modern zamanlarda arkadaş sayısında ve derinliğinde bir azalma olduğunu, eski dostlukların yerinde yeller estiğini araştırmalar gösteriyor. Haydi, tamam, modern batıda böyle ama bize ne oluyor? Dostluğu, erdemli olmayı her şeyin üstünde tutan geleneksel yaşam tarzımızın mirası nereye gitti? Hırs, çıkar, mevki-makam, istikbal hesapları uğruna birbirinin kuyusunu kazan; ondan bir adım önde olabilmek için, birlikte yol yürüdüğü, “arkadaşım”, “dostum” dediği kimseye her türlü kötülüğü yapabilecek tıynetteki insan tipi ne vakit bu kadar çoğaldı?

Şüphesiz arkadaşlık, dostluk üzerine çokça konuşuluyor şüphesiz ama yalnızca belagat düzeyinde. Gerçekte ise bildiğin kayıkçı kavgası; hırslar, çıkarlar, mevki-makam, istikbal hesapları uğruna birbirinin kuyusunu kazmalar… Niye böyle oluyor, niye sokakta, mahallede, camide, kahvehanede, işte, kışlada arkadaşı, komşuyu düşünmenin alasını gerçekleştiren insanlar, evlatlarına, aynı erdemleri aktaramıyorlar?

Benim için en sahici ve hayati sorulardan biri olan bu soruya cevabım, biraz da meslek icabı, çocuk yetiştirme pratiklerine dayanıyor. Modernliğe kendimize özgü ve geleneksel erdemlerimizi koruyan bir geçiş yolu bulamadığımız, batının çocuk yetiştirme pratiklerini aynen benimseyerek onların sorunlarını da devraldığımızı düşünüyorum. Sonuçta böylesine kadirşinas bir kültüre sahip olduğumuz halde ama maalesef aileden şehre, modernliğin kucağına saldığımız evlatlarımızın çıkınlarına, kimleri arkadaş seçmemesi gerektiğini öğütlemekten başka bir katık koyamıyoruz. Oysa arkadaşın nasıl olması, arkadaşın arkadaşa nasıl davranması gerektiği, nasıl vefalı bir dost, gerçek bir arkadaş olabileceğimiz üzerinde daha çok durmamız gerekiyor.
Kaynak: Muhit Dergisi

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41