Aşk ve aşıklar hala var ama ya dostluklar?
Daha önce de “Muhit”de yazdım arkadaşlık türlerini, arkadaş ve dost ayrımını nasıl yaptığımı:
Farsça “dost” sözü dilimize geçip bizim haline gelmeden önce, “arkadaş” demişiz yakınlarımıza, Sırtını, gözünün göremediği, düşmanın yanaşacağı arkanı yaslayacağın manasında… “Arkadaş” dediğimiz kişiyi, aynı karnı paylaştığımız kardeşten (karındaş) bile yeğ tutmuşuz. Aynı yolu yürüdüğümüzde arkadaşlık makamı daha da kıymetlenmiş, yoldaşlığa yükselmiş. Yoldaşlığı yücelten yoldur lakin yoldaş olmadan yol, manasını tam bulamaz. Bu nedenle olsa gerek, yol evladı olmanın bel evladı olmaktan evla olduğu anlayışını çarçabuk benimsemişiz. Zaman içinde arkadaşlar arasında farklılıklar olduğunu gördükçe, gündelik dilde kelimeler arasında kendiliğinden bir hiyerarşi oluşmuş, “dost” kelimesi, bize kardeşimizden bile daha yakın olanlar için kullanılmaya başlanmış, “arkadaş” bir adım geriden gelmiş…
“Dost” ve “arkadaş” arasında pek ayrım yapılmayan Batı kültüründen yazan Wilhelm Schmid, Aristo’nun 2500 yıl önce yaptığı arkadaşlık türleri ayrımının bugün de hala geçerli olduğunu söylüyor. Arkadaşlığın bir türü, beraber eğlenmeye odaklanır, diğer türünde ise çıkar ve fayda esastır. Hakiki arkadaşlık ise bu ikisinden de çok farklı; tüm hesaplardan uzak, ruhların birbirine gerçekten dokunabilmesini amaçlıyor, benzer erdemlere sahip olmaya dayanıyor ve birçok saadete vesile oluyor.
Schmid’in “hakiki arkadaşlık” dediğine biz yaşam kültürümüzde “dostluk” diyoruz. Schmid, ayrıca yakın arkadaşlığın aşka benzerliğini vurguluyor. Bu benzerlik, uzun zamandan beri benim de farkındalık alanımda. Birçok yazımda dikkat çekmeye çalıştım; özelikle günümüzde birbiriyle bağı giderek kopan ahlak ve siyaset ilişkisinin aslında ne kadar yakın olduğunu anlatabilmek için aşk ve dostluk benzerliğine dikkat çektim… Ergenlik döneminin özelliklerini bir kez daha düşündüğümüzde, dostluğun, aşkın aynı dönemin eserleri olduğunu daha iyi anlayabiliriz. İkisinde de çok güçlü bağlar var, ikisinde de duygusal yönlenmemiz belirleyici, akli tercihlerin kıymeti harbisi pek yok. Ama çoğu zaman, özellikle güven ve sadakat bağlamında arkadaşlık, aşka ağır basıyor. “Aşktan ne üstündür?” diye sorulsa tartışmasız “dostluk” diye cevap veririm…
Bana öyle geliyor ki, dostluk da aşk gibi insan varoluşunun daha çocukluk yıllarında kökleşmiş temel koreografisinde sağlam bir yere sahip. Sanki rekabeti de öğrenmek zorunda kaldığımız aile ortamında kardeşlik hisleri kana kana yaşanamadığı için kalbimizde “ideal kardeşlik” için bir yer açılıyor ve hayatımızın içinde ruhları ruhumuza değen, ortak erdemler de buluştuğumuz az sayıdaki insanı o makama yerleştiriveriyoruz. O yüzden “kardeşin duymaz, eloğlu duyar”, “dostun bir tek fiskesi yareler beni” diyoruz. Yeniden, üstelik bu kez idealleştirerek kardeşleşiyor, dost oluyoruz. Yani bünyemiz, varoluşumuz dostluğa müsait…
Bunları anlatmaya çalıştık. Çok şükür, toplumumuzun bağrında sessiz sedasız hala dostluklar, güzel arkadaşlıklar sürüyor. Ama birçok arkadaşlık, dostluk da bitiveriyor. Zaten bu sayıdaki konumuz da bu; dostlukların bitişi, bitiren şeyin ne olduğu…
Birinci neden, elbette yaşadığımız modern zamanların özelliği. Maalesef modernlik, tüm geleneksel kavramlar ve bağlar gibi yakın arkadaşlıkları da tarumar etti. Her şey gibi insan ilişkilerini hatta yakın ilişkileri de sadece araçsal akılla değerlendirmeye aldı… Haz ve çıkarın her şey olduğu dünyada, erdemlerde benzerliğe dayalı, karşılıksız, hakiki dostluğa pek yer kalmadı. Modern zamanlarda arkadaş sayısında ve derinliğinde bir azalma olduğunu, eski dostlukların yerinde yeller estiğini araştırmalar gösteriyor. Haydi, tamam, modern batıda böyle ama bize ne oluyor? Dostluğu, erdemli olmayı her şeyin üstünde tutan geleneksel yaşam tarzımızın mirası nereye gitti? Hırs, çıkar, mevki-makam, istikbal hesapları uğruna birbirinin kuyusunu kazan; ondan bir adım önde olabilmek için, birlikte yol yürüdüğü, “arkadaşım”, “dostum” dediği kimseye her türlü kötülüğü yapabilecek tıynetteki insan tipi ne vakit bu kadar çoğaldı? Biz de mi onlar gibi olduk?
Olmadık mı? Sevgi, muhabbet, arkadaşlık, dostluk üzerine çokça konuşuluyor burada şüphesiz ama bunların çoğunlukla yalnızca belagat düzeyinde kaldığını kabul etmeliyiz. Gerçekte bildiğin kayıkçı kavgası; hırslar, çıkarlar, mevki-makam, istikbal hesapları uğruna birbirinin kuyusunu kazmalar olduğunu görmeliyiz… Niye böyle oluyor, niye sokakta, mahallede, camide, kahvehanede, işte, kışlada arkadaşı, komşuyu düşünmenin alasını gerçekleştiren insanlar, evlatlarına, aynı erdemleri aktaramıyorlar? Böyle sorular sormuş, kendimce cevap aramıştım yine “Muhit”te, dostun sinesindeki yuvamız olarak gördüğüm vefanın nereye gittiğinin izini sürmeye uğraşmıştım…
“Benim için en sahici ve hayati sorulardan biri olan bu soruya cevabım, biraz da meslek icabı, çocuk yetiştirme pratiklerine dayanıyor. Modernliğe kendimize özgü ve geleneksel erdemlerimizi koruyan bir geçiş yolu bulamadığımızı, batının çocuk yetiştirme pratiklerini aynen benimseyerek onların sorunlarını da devraldığımızı düşünüyorum. Sonuçta böylesine kadirşinas bir kültüre sahip olduğumuz halde ama maalesef aileden şehre, modernliğin kucağına saldığımız evlatlarımızın çıkınlarına, kimleri arkadaş seçmemesi gerektiğini öğütlemekten başka bir katık koyamıyoruz. Oysa arkadaşın nasıl olması, arkadaşın arkadaşa nasıl davranması gerektiği, nasıl vefalı bir dost, gerçek bir arkadaş olabileceğimiz üzerinde daha çok durmamız gerekiyor…” Çocuk yetiştirme pratiklerine dikkat çekmiş, bunları söyleyip bırakmıştım. Şimdi biraz daha açmaya çalışayım…
Dostlar da değişir ama sadece şunlar müstesna!
Öncelikle (modernlik olsa da olmasa da) değişimin, ayrılığın ve bitişin, hayatın, insan ömrünün doğasında bulunduğunu yani bazı bitişlerin eşyanın doğası gereği olduğu belirlemesini yapmalıyız. Şöyle düşünmeye başlayabiliriz. İlk çocukluğunuza kadar geri gidelim ve okul öncesi zamanlarımızı, ilkokuldaki hallerimizi, ortaöğrenim boyunca yaşadığımız ergenlik dönemimizi, gençlik yıllarını ve sonraki hayatımızın dilimlerini ayrı ayrı ele alalım. Her bir zaman diliminde en yakın arkadaşlarımız, dostlarımız kimlerdi, ne oldu onlara, nereye gittiler düşünelim, kaç tanesiyle hala görüşüyoruz ya da görüşemesek bile kalbimizde derin bir yer tutuyorlar bakalım, hatırlayalım. Sanıyorum hiç kimsenin menfi bir dahli, bilinçli bir kötülüğü, bariz bir hayal kırıklığı olmaksızın gündeme gelen, nasıl olduğunu bilemediğimiz bitişlerin çokluğu sizi de şaşırtacaktır. Arkadaşlığa, dostluğa bu kadar önem verdiğimiz halde, onların da diğer birçok şey gibi değişip durduğunu, bir ömürleri ve kendine özgü dinamikleri olduğunu hayretler içinde görecek, tıpkı yaşlanmak gibi değişmenin, arkadaşlık çevrelerinin değişmesinin de kendiliğinden ve kaçınılmaz biçimde gündeme geldiğini fark edeceksiniz. “Oluş ve bozuluş” (kevn ü fesad) âleminde yaşadığımızı yakın sosyal çevremizdeki değişim kadar ayan beyan gösteren başka ne vardır acaba?
Olağan değişimi, arkadaşlıkların, dostlukların bitişinin ilk ve doğal nedeni olarak böylece not edelim. Ama ben yine de her ne kadar hayatın olağan akışı içinde o da değişmiş gibi görünse de gençlik dönemi arkadaşlıklarının, dostluklarının hep içimizin hazine dairesinde değişmeden kaldığını ve gençlik aşkları gibi asla tamamen unutulmadıklarını hatırlatmalıyım. Sadece modern zamanlara özgü bir insanlık evresi olan gençlik döneminin insan hayatındaki bu müthiş etkisini, bu dönemin insan kimliğinin oluşum devresi olmasına bağladığımı da belirtmeliyim. Biz gençlik döneminde “biz” oluyor, kimliğimizi buluyor, ediniyoruz. Gençlik dönemi ilişkileri, yakınlaşmaları, paylaşmaları da bizim kimliğimizin yapı taşlarını oluşturuyor. Bizi biz yaptıkları için istesek de unutamayacağımız yapı taşlarımız onlar. Babalarımızın, dedelerimizin en unutamadığı insanların asker arkadaşları olmasını da buna göre değerlendirmek lazım. Kendi adıma gençlik dönemindeki dostlarımı her zaman minnetle andığımı, yollarımız çoğuyla ayrılmasına rağmen onların hiçbirinden hiçbir zaman kötülük, ihanet görmediğimi söyleyebilirim. Onların da benzeri hisler içinde olduklarını hissediyorum, tüm gençlik dönemi dostlarımı kucaklıyor, gözlerinden öpüyorum.
Dost çevreleri değişir, anladık ama dostluklar neden biter?
Geçen yıl youtube kanalımda “yakın arkadaşlıklar, dostluklar neden biter?” sorusuna hızla cevap vermeye çalışmışım. Şimdi o söylediklerimi dinledim. (https://www.youtube.com/watch?v=RMWC2KhJcr4) Şu noktalar üzerinde duruluyor:
Arkadaşımızla, dostumuzla birbirimize bakışımız değişmiştir. Bu değişiklik büyük ihtimalle farklı hayat yollarında yürümemizden kaynaklanmaktadır ve bu yüzden paylaşımlarımız, muhabbetimiz azalmıştır… Nefs olgunlaşmasında ve hayat akışında öyle farklılıklar yaşanmıştır ki, artık eskisi gibi birbirimizde öğreneceğimiz çok şey kalmamıştır… Ortaya çıkan, daha da çıkabilecek olan menfaat çatışmaları, sağlık sorunları, başka hayat gaileleriyle meşguliyetler birbirimizden giderek uzaklaşmayı getirmiştir… Toplumda olan siyasi alt-üst oluşlar, Gezi olayları gibi toplumun ikiye ayrıldığı hadiseler, dostluk sırasında üstü örtülen, görmezden gelinen farklılıkların görülmesine ve büyümesine neden olmuştur…
Videoda üzerinde durduğum noktalardan birisi de biten dostlukların ardından mutlaka düşünmemiz, neden böyle olduğu hakkında kafa yormamız gerektiği… Bunu sadece yıllarımızı, duygularımızı, emeğimizi alan o ilişki ve dostumuz hatırına değil bizzat kendimiz, kendi nefs gelişimimiz için de yapmalıyız. Zira söz konusu olan son tahlilde biziz; bizim şu dünya hayatında ne kadar mesafe kat ettiğimizi görmemiz, bir bakıma boyumuzun ölçüsünü almamız için en isabetli yol, yöntem budur. Doğrudur, dünya üzerinde milyonlarca insan var ama hayatın karşımıza dost seçimi için çıkardıkları pek o kadar çok değildir. Hem hayatın karşımıza çıkardıklarına, kaderimize rıza göstermek hem de o ilişkinin bize, bizim kendimizi tanımamıza, bizim o ilişkiye katkılarımıza bakmak, hiçbir psikoterapi seansının sağlayamayacağı muazzam bir fırsat… Hani denir ya “bana arkadaşını söyle senin kim olduğunu söyleyeyim!” Boşuna değildir bu söz ve sanıyorum o söze bu ilişki içinde ve süresince kendi adımıza neler yaptığımızı da ilave etmek gerekiyor.
Dostluklar da ömrün azgın çağlayanın da akıp giderken bitiyor. Modern zamanlar, kişiler arası alana sadece öne geçmek, rekabet gibi nedenlerle odaklanmamızı, yakınlaşma, dayanışma için pek emek vermememizi getiriyor. Hayat çağlayanında düşen bir zerre olduğumuzu fark ettiğimizde, havada, rüzgâr bizi alıp götürmesin diye birbirimize sıkı sıkıya tutunmuşken göremediklerimizi bazen yere düşünce görüyor, bambaşka yerlere sürükleniyoruz. Yoldaşız sanıyoruz, sıkıca yapılıyoruz birbirimize ama yol bitiveriyor bazen. Yol bitince, yolcular, yoldaşlar öylece kalakalıyorlar… Yol bitmese dahi, yürürken yol ayrımları, yeni yollar, yeni çıkarlar, yeni hayat vaatleri çıkıyor karşımıza, eski yoldaşlarla vedalaşmayı bile vakit kaybı olarak telakki edip bir an evvel tüymeye bakıyoruz… “Zaten vefa mı kaldı” bu dünyada serzenişi ile acımızı bastırmaya çalışıyoruz…
Dostlukların bitişine hazırlanma tüyoları
Bütün bunlar tamam, hepsine eyvallah ama yine de ardımızdan yola çıkan yeni yolcular, gençler, çocuklar bizim gibi vefasızlık acısından mutazarrır olmasınlar diye bir tavsiyemiz olmayacak mı? Olmaz olur mu?…
Birincisi, günümüzdeki dostlukların, arkadaşlıkların, aynı zihniyet ve yaşam dünyasında yer almanın getirdiği yoldaşlıkların yalnızca biçim olarak geçmiştekileri andırdığını, aslında pek de onlar gibi olmadıklarını bir kez daha hatırlayalım. Kimi zaman nasıl yaşanacağını henüz tam manasıyla öğrenmediğimiz şehirlere, kimi zaman yabancısı olduğumuz hayat tarzlarına karşı birbirimize tutunuyoruz. Kimi zaman bu tutunma, bir dünyayı değiştirme, alternatif yaşama planı doğrultusunda daha da sıkı oluyor. Bir dini topluluk, bir parti, bir siyasi çatı etrafında kendimizi yol arkadaşı, refik sanıyoruz. Modern zamanlarda böyle tutkulu bağlılıkların pek olamayacağı bilgisini görmezden geliyoruz. Kendimiz bitişlere hazırlamaktan imtina ediyoruz. O yüzden her bitişi, inancımıza, kendimize yapılmış ihanet gibi yaşıyoruz. İlk tavsiyem, lütfen artık böyle yapmayalım, insanın olduğu gibi ilişkilerin de bir ömrü olduğunu bilelim, ilişkilerimizin gücünü abartmayalım, her zaman bitişlere hazır bekleyelim.
İkincisi ve daha önemlisi gerçeklerden kopmayalım ve insan ilişkilerin de gelecek hakkında bize bir ipucu verebilecek, en kalıcı gerçeğin bağlandığımız ideoloji vs. değil karşımızdaki insanın kişiliği olduğunu unutmayalım. İnsanların, dostlarınızın ideolojiye ne kadar sadık olduğuna değil, sağlıklı bir kişiliği olup olmadığını, kişilik gelişiminde, nefs olgunlaşmasında gerçekte nerede olduklarını anlamaya çalışalım.
Mesela uzak durmamız gereken insanlardan başında değişik kişilik bozukluklarına sahip olanlar ve benim “gailesiz” dediklerim gelir. Kişilik bozukluğunu her zaman kendilerini haklı, adeta hayattan alacaklı gibi görünmelerinden, herkesin her zaman onlara hak vermesi gerektiğine inanmalarından tanıyabilirsiniz. “Gailesizler” ise, kendileri anlam ve amaç çabasına girişmeden, başkalarına tutunarak, sürekli otostop yaparak yaşamaya alışmış kimselerdir; daha çok bir kişilik derdinden mustariptirler.
Elbette oturup kişilik bozuklukları dersi alacak değilsiniz, haydi size sağlıklı kişiliği olan insanları nasıl tanıyabileceğinizi de söyleyeyim. Bunca yıllık emek ve gözlemden sonra, bir insanın sağlıklı bir kişilik gelişimine sahip olduğunu anlamanın sadece iki ölçütü var diye düşünüyorum. 1. Yapılan iyilik karşısında minnet duyabilmek ve içtenlikle teşekkür etmek; 2. Dünyanın yeni ev sahipleri olarak çocuk ve gençleri görmek, onları sevmek ve yerini bırakmaya hazır olmak ve elbette ona eşlik eden tabiat sevgisi, estetik duygusu… Evet evet bu kadar basit; minnet duyabiliyor mu, çocukları, tabiatı seviyor mu, belli bir estetik duygusu var mı? Bunlara bakarak insanlarla yakınlıklarınızı ayarlayın. Bu hususlarda geçer not alamayan insanlarla biraz mesafeli olursanız, kendinize büyük iyilik etmiş olursunuz…
Kaynak: Muhit Dergisi- 2024 Ağustos