Aynı sazın telleri
7 Haziran seçimi öncesinde Çözüm Süreci’nde ortaya çıkan aksaklıkları, Kandil’in ikide bir sürece taş koymaya çalışan beyanlarını açıklamak için çok yararlı bir teori vardı: İmralı-Kandil farkı… Ne zaman sürecin yürümesine ilişkin Kandil kökenli bir mani çıksa, hemen bu fark gündeme getiriliyordu. Dolmabahçe Mutabakatı açıklamasından sonra masanın devrilmesine neden olan da büyük ihtimalle, Öcalan ile konuşulanlardan apayrı bir şekilde, Kandil’in çok farklı bir yorumla devreye girmesiydi. Öcalan ile konuşulanlar, örgütün silahları bırakması, sorunların meşru siyaset içinde halledilmesi esasına dayanıyorken, Kandil, süreci Türkiye
Cumhuriyeti’ne boyun eğdirme ve onu mütarekeye zorlama şeklinde sunuyordu. Süreci zehirleyen, adım atılamaz hale getiren, Kandil’in her zaman yapa geldiği, Dolmabahçe Mutabakatı ile birlikte ayyuka çıkardığı bu çarpıtmalardı.
HDP yönetimi, özellikle Demirtaş, Kandil’le aynı ayarda, onun hık deyicisi olarak kabul edildiklerinden o sıralarda esamileri bile okunmuyordu. Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığından başlayarak, değişik bir algı yönetimi devreye girdi. “Seni başkan yaptırmayacağız”dan sonra bambaşka olgular gündeme gelmeye başladı. Kandil, yavaşça sütre gerisine doğru çekilirken, durmaksızın cilalanan Demirtaş’ın parıltısı giderek ortalığı kapladı. Tüm hayati anlarda ve kararlarda aralarından su sızmadığı ayan beyan olmasına rağmen, sanki Demirtaş, Kandil’e posta koyuyor; HDP, PKK’dan farklı olarak barışçı, etnik temelli olmayan bir siyaset izliyormuş görüntüsü veriliyordu. Özellikle ülkenin batısında ve CHP’nin Sol olmadığından bahisle HDP’ye gönlü kaymaya başlayan seçmen nezdinde, PKK ayrı, HDP-Demirtaş ayrı şeklinde bir algı yerleşiyor, Demirtaş’ın hükümete karşı çıktığı kadar, hatta ondan daha çok PKK’ın şiddetine karşı çıktığı (çıkacağı) hayalleri kışkırtılıyordu.
Bu yeni algı mühendisliği, halen yürürlükte… Etnik kimliğine yapılmış baskıları gerekçe göstererek HDP’ye yönelmiş Kürt seçmen ile ülkenin batısındaki, hatta dünyanın batısındaki radikal Sol’u aynı potada eritme amacına matuf. Yeni algı kampanyasından kendisine pay çıkarmak isteyen CHP, olan bitenden gayet hoşnut, sürecin en nihayetinde kendisine oy olarak döneceği hesapları içinde. Ak Parti gerilediğinde, muhafazakâr zeminden seküler zemine kayma olduğunda, merkez seçmen kendisine yönelecek, o halde HDP barajı aşacak kadar yükselebilir diye düşünüyor. İşi, “PKK, Saray için çalışıyor, bizim muhatabımız HDP” diyecek noktaya kadar vardırdı. Cumhurbaşkanlığı makamı ve Ak Parti böylece, IŞİD’ten sonra ikinci bir özdeşleştirme prosedürüne tabii tutuluyor. Güvenlik güçleri ve TSK, ne kadar PKK ile DAEŞ ile savaşırsa savaşsın algı yöneticileri için fark etmiyor, gerçekliği ters yüz ederek algılatmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Geçenlerde Kurtuluş Tayiz, Akşam Gazetesi’ndeki köşesinde “PKK ile HDP arasında bir görüş ayrılığı veya çatışma mı var?” diye sordu. Yakın dönemde gündeme gelen olguları, mesela Kandil ile Demirtaş arasındaki atışmaları gerekçe göstererek, kendi sorusuna “Evet” diye cevap verdi. “Silahlı olanlar ile sivil siyaset yapanlar birbirlerine pek sıcak bakmaz. Bu biraz da işin doğasından kaynaklanıyor… Ancak PKK ve HDP arasındaki farklılıklarda dış dinamiklerin daha etkili olduğunu düşünüyorum… Demirtaş’ın yaşadığı bu özgüven patlamasının arkasında şüphesiz ki Brüksel var… Örgütün karargâhı, Tahran ve Şam’ın etki sahası içinde. Kandil, bu güçlerden habersiz kendi başına kuş bile uçuramaz. İran’ın örgüt üzerindeki ağırlığı İmralı’dan bile neredeyse daha fazla… Kandil ve HDP arasındaki ayrışmanın nereye varacağını şimdiden kestirmek zor; ama fotoğrafa bir de bu açıdan bakmakta fayda var” diyor.
Kurtuluş Tayiz, dikkatle takip ettiğim ve çok değer verdiğim birisi. İşaret ettiği dış dinamikler de önemli ama HDP ve PKK’yı ayıran yaklaşımına katılmıyorum. Nasıl 7 Haziran öncesinde bir üst-akıl İmralı ile Kandil arasında bir fark olduğunu zihnimize kazıdıysa şimdi de benzeri bir hamle yapılıyor, dikkatimiz dağıtılıyor, büyük resmi görmemiz engelleniyor. Böyle düşünceler yayılmaya başlayınca, televizyonların sabah kanallarındaki programcılar bile, rahatlıkla HDP ve Demirtaş koruyucusu kesilebiliyorlar. “Taşeron PKK terör örgütünün her hamlesinin aslında HDP’yi zayıflaştırmaya, itibarsızlaştırmaya ve barajın altında bırakmaya yönelik bir hamle olduğunu artık siyaset uzmanları söylemeye başladı…” diyebiliyorlar.
Dikkatimizi dağıtmalarına müsaade etmeyelim, topyekûn ve çok yönlü bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuzu hiç aklımızdan çıkarmayalım. Şu an ülkemizin en hayrına olacak gelişmelerden birisi, HDP’nin gerçekten barıştan yana olan bir Türkiye partisi olması, Sol muhalefet ihtiyacını karşılaması… Ama maalesef bu şimdilik ham bir hayalden ibaret… Şüphesiz HDP’nin içinde gerçekten Türkiye’den, demokrasiden ve barıştan yana olanlar var ama sesleri o kadar cılız ki… Gördüklerim, okuduklarım beni, Demirtaş’ın Kandil ve İmralı ile aynı sazın telleri olduğundan başkasına ikna etmiyor. Aralarında farktan ziyade işbölümü varmış gibi görünüyor. İsterseniz “Murray Bookchin ve Müslüman Kürt” yazımda referans verdiğim makaleleri bir okuyun, bakalım benden farklı mı düşüneceksiniz.
Kaynak: Yeni Şafak