Ayrıntılı biçimde konuşmalıyız!
İnsanın nasıl bir varlık olduğunu ayrıntılı biçimde konuşmalıyız.
Varoluşumuzda yaşamımızı, yaşama tarzımızı belirleyen birbirine zıt iki kaynak var. Bunlardan birisi, haset, tamahkârlık ve açgözlülükle kendini ortaya koyan güç istemi tarafımız. Bu yanımız, hal ve hareketlerimize hâkim olmak, her şeyi ele geçirmek, başkalarına hiç yer bırakmamak ya da onları baskı altında tutmak istiyor. Buna bağlı olarak her alanda, hiç olmaması gereken yerlerde mesela ilahiyatta, bilimde ve sanatta bile bir güç mücadelesi ortaya çıkıyor.
Allah’tan insan, Nietzsche’nin sandığı gibi yalnızca güç isteminden, hayat güç mücadelesinden ibaret değil, yoksa dünya tam bir cangıl olurdu. Varoluşumuzdaki bir diğer kaynak, kendinden daha çok başkalarını düşünüyor; sevgi, merhamet, kendisine beslenen iyi duygulara karşılık vermek, iyilikleri minnetle anmak, başkasına adanmak, fedakârlık ve dayanışma istiyor.
Bu iki zıt yanımız nedeniyle, varoluşumuz ahlaki bir koreografiye göre şekilleniyor. Başka türlü bir toplum kurmamız, bir toplumsal hayat inşa etmemiz mümkün olmazdı. Kötülüklere karşı mücadelede en büyük dayanağımız, varoluşumuzun demirlediği iyiliği emreden kötülüklerden kaçındıran ahlaki yapı. Fıtratımızda ahlaki bir koreografi bulunuyor ama ahlaki yapı kendiliğinden serpilip gelişmiyor, ehil ellerde özenle bakım alması gerekiyor. Bunun için sağlıklı bir aile yapısına ve değerler eğitimine ihtiyaç duyuluyor.
Sağlıklı aile yapısı ve değerler eğitiminin ne demek olduğunu ayrıntılı biçimde konuşmalıyız.
Ne ki toplumun kurulması, toplumsal hayatın inşası için vicdanlarımızı ahlaka yuva olarak açmamız da yetmiyor. Zira insan grup-varlık, topluluk halinde yaşıyor. Bireysel psikolojimizin bu çetrefil yapısı, pek doğal olarak toplumsal hayatta da kendisini gösteriyor. İç dünyamızda ahlak ile karşı koymaya çalıştığımız kötülüğe, toplumsal hayatta da devlet organizasyonuyla dur demek istiyoruz. Topluluklar, bir sulh mutabakatıyla, bir devlet organizasyonuyla iyiliğin galebesi için çalışıyorlar. Barış ve huzur isteyen topluluklar, bir toplum hayatı inşa ederken onunla eş zamanda bir devlet organizasyonu da kuruyorlar. Hukuku hayata geçirme ve adaletin temini amacıyla güç kullanma yetkisini sadece ortak mutabakatla kendi içlerinden çıkardıkları devlete veriyorlar. İçimizdeki ahlaka toplumsal hayatta devlet karşılık geliyor.
Toplumun nasıl oluştuğunu, toplumlar arasındaki farklılıkların neden kaynaklandığını ayrıntılı biçimde konuşmalıyız.
Sakın yanlış anlaşılmasın! “Ahlak var, devlet var, dünya hayatımızı emanet edebileceğimiz iki sağlam bekçi bulduk, o halde artık kenara çekilebiliriz.” Kesinlikle böyle demek istemiyorum zira bu kadar basit olmadığını biliyorum. Aksi takdirde, hayatın dinamizmini gözden kaçırırız; püriten bir ahlakçıdan, katı bir devletçiden farkımız kalmaz. Evet, ahlak ve devlet, başkalarını en az kendimiz kadar önemseyen sevgi, minnet ve şükran yanlarımızdan kaynaklanıyorlar. Böyle düşünüyorum. Ama sadece kaynağa işaret ederken böyle… Yoksa hayatın akışı içersinde ise işler hayli karışık.
Güç istemi (hırs, tamahkârlık ve açgözlülük), tıyneti gereği insanın olduğu her yerde olduğu gibi, oralarda da yani bizzat ahlak söyleminde ve devletin işleyişinde de kendini gösteriyor. İbadetler sırasında bile içimizde tepinen, bizi kendisine tabi kılmak isteyen güç istemi, ahlakı ifsat etmek, devleti sadece bir iktidar aracı, kudret arenası haline getirmek için de elinden geleni yapıyor. Ahlak adı altında nice günahlar işleniyor, iyiliği hâkim kılmak için ortaya çıkan devlet, bizzat zulüm aygıtı haline gelebiliyor. O yüzden içimizdeki saf, fıtri ahlak (Allah’ın ahlakı) hissiyatına karşılık gelen şeyin genel olarak devlet değil “adil devlet” olduğunu söylemeliyiz.
Ahlak ve devlet deyip geçmemeli, ahlaktan ve devletten ne anladığımızı ayrıntılı biçimde konuşmalıyız.
Bu yazıya ahlak ve devlet arasındaki irtibatları ve adaleti anlatmak için başladım. Adil devletin temel görevinin toplum düşmanı sosyopatik zihne karşı toplumdan, mağdurdan, hak, hukuk ve adaletten taraf olmak, mağduriyetleri gidermek gerektiğini söyleyerek bitirecektim ki, birden bu tür bir yazıyı mağduru oynayan FETÖ’nün rahatlıkla kullanabileceğini fark ettim, irkildim. “Önce mağduriyetin ne olduğunu ayrıntılı biçimde konuşmalıyız” diye yazarak yazıyı yeniden düzenlemeye koyuldum. Bir de baktım ki, ayrıntılı biçimde konuşmamız gereken başka birçok kavram daha var. Onları da içine derç ederek yazıyı öylece bırakmaya karar verdim. Belki bu yazı, köşe yazılarının bir handikabını, yazarın okuyucuyla sanki her kavramı aynı manada kullandığını sanma yanılsamasını görmemize vesile olur diye düşündüm.
Kaynak: Yeni Şafak