Çığ gibi üzerimize gelen dünya
Geçenlerde vefat eden büyük düşünür Bauman, “Akışkan Aşk” kitabında ömrünün sonuna gelmiş bir ebeveynin kaygısıyla modern ilişki tarzını acımadan eleştirdi. Bunlar düzelsin, hayatlarımız daha insana yakışır bir hal aslında istiyordu ama elinde, sözlerinden başka bir silahı yoktu. Söze yüklendi, gözlemlerini, uyarılarını aktardı.
Modern zamanlar boyunca mahremiyet suları hızla soğudu, evlerimiz yumuşacık mahremiyet adaları, aşkın ve dostluğun paylaşılan teneffüs avlusu olmaktan çıktılar. Kendi evlerimizde sipere yattık, kendimizi odalarımıza kilitledik. Ev, tüm aile üyelerinin ayrı ayrı yan yana yaşayabildikleri, çok-amaçlı bir eğlence merkezi oldu. Elektroniğin yönettiği sanal yakınlıklar çıktı geldi; onu paylaşmaktan daha az riskli ve daha emin olarak algıladık ve gerçek yakınlığa tercih ettik. Dayanışmanın, duygudaşlığın, paylaşmanın, karşılıklı yardımlaşma ve sempatinin olmadığı tüketim toplumunu da kolaylaştırıyordu sanal yakınlıklar. Bağlantıda olduğunuz kişi de tercihini sizden yana yaparsa, internet üzerinden bir duygusal arkadaşlık bağlantısı kurmak bile mümkündü.
Günümüz toplumunda cinsellik, sevgiden ve üremeden koparak neredeyse tamamen özerk bir niteliğe kavuşmuştu. Tüketici rasyonalitesinin egemenliği, “tüketici yaşamı, hafifliği ve hızı öne çıkartır, yeniliği ve çeşitliliği destekler” kuralı, “kullan-at tarzı” burada da kendini gösteriyordu. Yardımcı üreme teknolojileriyle tıp, üreme sorumluluğunda cinsellikle rekabet haline girdi, önümüzdeki zamanlarda büyük ihtimalle birinci sıraya yerleşecek. Modern yaşama ayak bağı olmasın diye çoğunlukla çocuk istenmiyordu ama bir yandan da çocuk, duygusal bir tüketim nesnesi olmaya başlıyordu.
Bunları gördü Bauman, baktığı dünya tablosunda. Endişelendi insanlığın geleceğinden ve bizi hep uyardı nereye doğru gittiğimiz konusunda. Bauman, ne kadar eleştirel ve uyarıcısıysa, bir başka ünlü sosyolog olan Antony Giddens, tam tersine modernlik savunucusuydu. Onun “Mahremiyetin Dönüşümü: Modern Toplumlarda Cinsellik, Aşk ve Erotizm” kitabındaki tezleri, Bauman’ın “Akışkan Aşk”ta savunduklarının tam karşı kutbunda yer alıyordu.
Giddens’a göre modernlikle birlikte, toplumsal yaşamın yalnızca kendisi değil, eskiden “doğa” adı verilen şey de toplumsal olarak düzenlenmiş sistemlerin hükmü altına girmişti. Yaşanan mahremiyet dönüşümü nedeniyle cinsellik çok önemli hale gelmiş, heteroseksüellik her şeyin değerlendirildiği bir standart olmaktan çıkmış, elbette bu arada aşk da değişmişti. Modernliğin başat aktörü kadınlar, mahremiyetin dönüşümü sürecini de yönetiyorlardı. Kadın, toplumsal hayata katılıp özgürleştikçe, eski zamanların hastalıklı romantik aşk idealleri parçalanıyordu. Gelenekler ortadan kalkıyor, “saf ilişki”yi esas alan yeni bir ilişki modeli ve etik ortaya çıkıyordu.
Bauman, Giddens’ın modernlik savunusunu, “saf ilişki” adını verdiği tüketim toplumunun ihtiyaçlarını karşılamaktan başka hiçbir işe yaramayan, insani olanı yıkıp geçen tarzı ince ince tiye alır. Bugün dünya, insan ilişkileri güvene karşı bir fesat kurma tezgâhı içindedir. Güvenin olmadığı, belirsizliklerle dolu bir dünyaya ahlaki umutları yerleştirme şansı da kalmaz. Bugün “Niçin ahlaklı olmalıyım?” sorusu birçok insanın zihninde baş göstermişse, ahlaki tutumların sonunun geldiğinin de bir göstergesidir. Zira ahlaklılık bir ihtiyaçtan kaynaklanmaz, insanın doğuştan bir tezahürüdür. İhtiyaçtan kaynaklanan, onunla izah edilen eylemler, güdülü nitelikte olduklarından gerçek anlamda “ahlaki” olarak sınıflanamaz.
Ahlakla birlikte insan olmanın da sonuna gelindiğini düşünür Bauman ama umutsuz değildir. Ona göre belirsizlik, güvensizliğe ve ahlaksızlığa yol açmasının yanı sıra ahlakın yeşerip filizlenmesine de kapıyı aralar. İnsan, eninde sonunda insanlığına dönecek, ahlak kendisini hissettirecektir. Bu nedenle günümüzde etik buyruğun sessizliği hiç olmadığı kadar sağır edicidir.
Batı dünyası böyle: Bir yanda Bauman’ın endişeleri, bir yanda Giddens’ın heyecanla yenidünya beklentisi. Asıl kutuplaşma orada; sisten göz gözü görmüyor. Trump ve Clinton kavgasının arkasında da bu gerilim yatıyor ve tüm batıya yayılma istidadı gösteriyor. Biz ise bir yandan modernleşmeye çalışırken bir yandan da bunun pek de hayırhah bir şey olmadığını, özgünlüğümüzü korumamız gerektiğini fark ediyoruz. Biraz safça bir fark ediş çoğunlukla da gözlerini gerçekliğe kapamak bizimkisi… Ama olsun, batı yaşam tarzına hayranlık kuyusuna düşenlerimiz haricinde, çoğumuz, direnmemiz gerektiğinin bilincindeyiz. Biz yarı uyur yarı uyanık halde, direniş setimizi oluşturmaya çalışırken dünya çığ olmuş üzerimize doğru geliyor. Hayırlısı Allah’tan!…
Kaynak: Yeni Şafak