Değerler eğitimi ve Müslümanlar
Geleneksel dünya, teknoloji bakımından zayıf ama değerler ve onların nesilleri aktarımı açısından zengindi. İnançlar, değer oluşumuna yol açacak insanların kana kana içebilecekleri pınarlar sunuyorlardı. Teknomedyatik dünya, birçok alanda insanlığa gelişmeler kaydettirdi ama toplumsal dokumuzu ve psikolojilerimizi altüst etme pahasına. Geçen yazımızda “değerler eğitimi”nin neden böylesine güçlü bir tarzda birden bire ortaya çıktığını anlatabilmek için teknomedyatik dünyanın toplumda ve psikolojimizde yaptığı ve yapacağı değişiklerden bahsettik. Şimdi haklı olarak diyeceksiniz ki, “Batı’da ateizmin giderek artan gücünü biliyoruz, birçok Batı ülkesinde ateizm en güçlü inanç sistemi olmuş durumda. Belki orası için değerler eğitimi bir önem taşıyabilir ama İslam dünyasında hem geleneğin mirası hem inançlar hala dipdiri. Bizim değerler eğitimine değil yeniden dindarlaşmaya ihtiyacımız var.” Böyle bir ifadeye hemen karşı çıkmam, çıkamam ama “konuşalım o zaman” derim. Haydi konuşalım.
Biz Müslümanlar, küreselleşmeden önce bizzat modernliğin meydan okumasıyla karşılaştık ve o zamandan beri başımız dertlerden kurtulmadı. Her şeyden önce modernlik, bize bizim isteğimizle, bize özgü yollardan gelmedi. Bizi modernliğe sömürgeciler çağırdılar, ne çağırması alenen icbar ettiler. Biraz da geç kalmış olmanın telaşıyla hemen modernliğe sarıldık. Onu sindirebilmek için parçalara ayırdık, önce ekonomik kalkınma için bu yolu mubah gördük. İşin kötü yanı, bizde, modern olmaya ilk önce yöneticiler ve aydınlar karar verdi. Dahası, bunun nedenlerini ve yol açabileceği sonuçları halka doyurucu biçimde anlatmadılar. Modernleşme neticesinde geleneksel ortamlarından şehrin varoşlarına doğru sürülen insanımız, bu ortamlarda ne yapacaklarını şaşırdı. Şehir hayatının acımasızlığına, sertliğine, karışıklığına ve egemen beyaz güçlerin duygusal iteklemelerine karşı, çareyi kutsallarına sarılmakta buldular. Yöneticiler, anlayış ve demokrasiyi değil modernleşmeyi zorla benimsetmek için zalimliklerini artırma, inançlara savaş açma yolunu seçtiler.
Son 30 yıldır ise, post-modern evreye girildi; bizim “teknomedyatik dünya” dediğimiz, küreselleşme süreçleri gündeme geldi. Modernliğin bireyci ve rasyonalist meydan okumalarına henüz karşılık oluşturmadan, bu kez küreselleşmenin girdabına kapıldık. Kim ne derse desin bu süreçlerden Müslümanlar da etkilendiler. Yazarlarımız, düşünürlerimiz henüz hala eski tarz modernlik üzerine fikirler geliştiriyorlar, küreselleşme süreçleri çoğunlukla es geçiliyor. Pek vurgulanmamakla birlikte, post-modernliğin getirdiği imkânlar tercih ediliyormuş gibi bir hava var. Farklı kimliklerin kendilerini ifade etme ortamının Müslümanlara da yarayabileceği sanıldığından olsa gerek suskunluk tercih ediliyor. Küreselleşme süreçlerinin sözüm ona “özgürlük” adı altında tüm coğrafyaları, her yerdeki insanlık manzaraları birbirine benzetmeye başlamasının üzerinde fazlaca hiç durulmuyor. Batı’da küreselleşme nelere yol açmışsa, benzeri tabloların er veya geç dünyanın diğer yerlerinden de gündeme gelmesi dikkatleri çekmiyor. Mesela dünyanın her yerinde insan ömür uzuyor, nüfus içinde yaşlıların oranı yükseliyor. Enteresan bir biçimde, yine dünyanın her yerinde boşanma oranları da artıyor. Muhtemelen tüm bu olgular birbirleriyle bağlantılı.
Müslümanlar, modernliğin olduğu gibi küreselleşme süreçlerinin de kurucusu ve belirleyicisi değiller. Bırakın belirlemeyi, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının simgelediği “iki kutuplu dünya”nın ortadan kalkmasını müteakip Batılı değerlerin “öteki”si haline getirildiler. Başta terör olmak üzere her türlü insan hakları ve demokrasi karşıtlığından Müslümanlar sorumlu tutuldu. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra adeta “vur abalıya” yapıldılar. İslam düşünce ve siyaset tarihinde benzeri görülmemiş El-Kaide ve IŞİD tarzı yapılar, İslam diye sunulurken İslamofobi (daha doğru bir deyişle “İslam düşmanlığı”) tırmandırıldı. Kabul etmek gerekir ki, suskunluğumuzun bir nedeni de başımıza gelenlerin bizi kroke durumu düşürerek konuşacak hal bırakmaması.
“Konuşalım haydi” diye başladık, sözü döndürüp dolaştırıp münevverlerimizin suskunluklarına getirdik. Çünkü münevverlerin suskun oldukları bir ortamda, düşüncenin kendisi değer yitimine uğruyor, değerler eğitimini de layıkıyla ele almamız güçleşiyor. Belagate sarılmak, çoğumuz için yeterli olabiliyor.
Kimsenin hevesini kırmak istemem, yanılanın kendim olmasını tercih ederim. Ama korkarım ülkemiz de Müslümanlar da küreselleşme süreçlerinin getirdiği değişimlerden münezzeh değil. Bu yüzden inançlarımızın yanı sıra somut maddi bilgiye; dini ilimlerin yanında modern bilimlere de ihtiyacımız var. Mesela eğitiminden söz ettiğimiz değerlerin insan yavrusunun psikolojisinde ne zaman yer edindiğini bilmek, bunu bilerek konuşmak zorundayız.
Kaynak: Yeni Şafak