Depresif
Endişe ve umut arasında sürdürüp gidiyoruz hayatımızı. Arzu akışımız, bizi yaşama bağlıyor, bu sayede yaşadıklarımızdan, yediğimiz içtiğimizden zevk alarak, belli bir heves ve azimle, ilgi alakayla ömrümüzü ifa ediyoruz. Her birimizin kendimize özgü kişilik özelliklerimiz, duygusal tonusumuz ve ritmimiz var. Arzu ve umut arasındaki bağlantı ve denge, çeşitli tıbbi durumlar ve yasam olayları, döngüler, geçiş zamanları vs. gibi nedenlerle bozulabiliyor.
Hayat olağan akışını, ritmini yitiriyor; duygu, düşünce ve eylem koordinasyonu kayboluyor. Dünyayla arzumanımız kopuyor, Hevesimiz kaçıyor, keyfimiz kalmıyor, zevkimiz azalıyor, kendiliğinden yapageldiğimiz işleri yapamaz oluyoruz, spontanlığımız kayboluyor. Tıpkı kalpteki ritim bozuklukları gibi hayatın akışında da ritim problemi ortaya çıkıyor. Başlangıçta genellikle reaktif olan hale uygun bünyelerde (kişilik ve beyin yapılarında) endojen unsurlar da katılmaya başlıyor. Arzu akışı yeterince keyif ve umut üretemeyince, endişe ve keder ortalığı kaplıyor. İştahımız gidiyor, uyku bize yabancı, rüyalar kâbus oluyor.
Hayat yine bildiğimiz gibi aslında ama biz bu hale düştüğümüzde yavaşlamış, hatta akışı durmuş gibi hissediyoruz, zaman bir türlü geçmek bilmiyor. Akış durunca giderek kirlenen, bulanık bir suya benziyoruz. Hayatın vaat boyutu kaybolunca bütün anlamlar, duygusal irtibatlar kopuyor. Karanlık çöküyor, dünya zindana, biz yaşayan ölüye dönmeye başlıyoruz. Dünyaya, kendimize, geleceğe ilişkin bakışımız karamsar, olumsuz bir hale dönüşüyor. Şimdi ve gelecek kayboluyor, geçmişe ve hatalara çakılıp kalıyoruz. Kendimizin, bize lütfedilen hayatın hakkını veremediğimizi düşünüp suçlulukla doluyoruz, işlemediğimiz günahların bile suçunu üstlenmeye kalkıyoruz. Yataktan kalkıp güne başlayacak, kendimize bakacak halimiz mecalimiz bile kalmıyor. Tembellikten, lakaytlıktan ve ilgisizlikten değil umutsuzluktan ve suçluluk hissinden bu hale düşüyoruz. Mağlupların mahzunluğunu ve yalnızlığın ağır yükünü sırtlanmışız da gücümüz tükenmiş gibi…
Bu tablonun yerleştiği durumları psikiyatride bir psikolojik rahatsızlık olarak görüyor, “depresyon” başlığı altında inceleyip tedavi etmeye çalışıyoruz, bunu yaşayanlara da “depresif” diyoruz. Hayattan umudunu kesme ve intihar en çok bu rahatsızlıkta oluyor. Depresyon rahatsızlığında uygulanan tedavi şekilleri, rahatsızlığın seyrine, şiddetine ve insanın bünyesinden kaynaklanan endojen unsurların ne kadar isin içine katıldığı tahminine göre değişiyor. Bunlar hayli mesleki ve teknik konular ama tedavide amaç, depresyondan mustarip kişiyi tekrar ayağa kaldırabilmek ve seçimlerinin sorumluluklarını alarak hayat mücadelesine yeniden başlamasını temin edebilmek. Kıpırdayabilmesi, haz merkezlerini tekrar harekete geçirebilmesi, eski ritminde hayata katılabilmesi için ne lazımsa yapılmaya çalışılıyor. Tedavi başarısı, varoluşsal imkân ve ihtimallerin birlikte yeniden görülebilmesine, hatalı fikirlerin ve kişiler arası değerlendirmelerin düzeltilebilmesine, hayatı halisane yaşamanın idrak edilebilmesine, kararlarının sorumluluğunu alması gerektiğinin anlaşılmasına, bağlı. Hayatın tadı kaçtığında, eskiden severek yaptığımız işlerden zevk almamaya başladığımızda, enerjimiz, uykumuz, iştahımız kaybolduğunda depresyona yakalanmış olmayalım diye insanları hekime başvurmaya davet ederek, meselenin hastalıkla ilgili kısmını kapatalım. Başka diyeceklerimiz var. Zira bu depresyona benzeyen tablolar türlü çeşit.
Hayatın zorlukları karşısında, insan ilişkilerinin tuzaklar ve çatışmalarla dolu tünellerinde yorgun düştüğümüzde, bir yakınımız, sevdiğimiz biri ahrete irtihal ettiğinde, değer verdiğimiz ilişkileri, şeyleri, makamları yitirdiğimizde yaşadığımız keyifsizlikler, duygu dalgalanmaları ille de depresyon manasına gelmiyor. Yine aynı şekilde, depresif olmayacağız diye şu berbat dünyada elbette her şeye gülüp oynayacak halimiz yok. Böyle bir dünyada insana en çok yakışan hüzün halinin de depresyon rahatsızlığıyla bir alakası bulunmuyor. Tam tersine dünyamızın geleceği, laylaylomcu olmayan duyarlı kimselerin, şairlerin, sanatçıların, düşünce insanlarının yaşadıkları kedere, daha iyi bir dünya için neler yapılması gerektiğiyle ilgili üretecekleri düşüncelere bağlı.
Tüm bunlardan ayrı olarak depresyonda olmadığı, matem ve yaşam güçlükleri içinde bulunmadığı, insanlığın gösterdiği manzara karşısında bir protestoya yeltenmediği halde depresifmiş gibi görünen mutsuzlar var. Sayıları milyonlarca bu mutsuzların… Kendini yaşamın sorumluluklarını üstlenme anlamında varlığa ve imkânlara açamayan, başkalarının fikir ve değerlendirmelerini esas alan, kendini sürekli kusurlu ve küçük hisseden mutsuzlar… Benim derdim asıl onlarla, onlara konuşmak, onlarla ilgili konuşmak istiyorum.
Kaynak: Yeni Şafak