Duygu duygu dedikleri
Bugün modern psikolojik bilimlerde duyguların genel ifadesi olarak “emosyon”, bir insanın o an için gösterdiği emosyonel duruma “duygulanım” (affection), son zamanlarda kendisini nasıl hissettiği konusunda bize söylediklerine “duygudurum”, “mizaç” (mood) diyoruz. Biz psikiyatride dikkatimizi daha çok duygulanım ve duygudurumun niceliksel bozukluklarına ve uygunsuzluklarına çeviriyoruz.
Şüphesiz bunlar çok önemli, bu sayede duygu alanı ileri derecede bozulmuş birçok kimseye yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ama kabul etmek zorundayız ki, duygu alanının bilimsel ele alınışında, felsefenin yol göstericiliğine ihtiyaç duyduğumuz birçok sorun var. Felsefe aynı zamanda psikolojik bilimlere en yakın duran bilgi yöresi. Eğer birtakım kavramlar, uzun yıllar boyunca felsefe ele alınıp işlenmeselerdi, büyük ihtimalle biz bugün, “korku” ve “anksiyete” arasında ayrım yapamıyor olacaktık.
“Duygu” alanının bilimsel ele alınışında yaşanan sorunların başında, kullanılan kavramların yaşanan tüm fenomenleri kapsadığı yanılgısına kapılmak, bilimi kavram kıtlığına mahkûm etmek geliyor. Yaşanan onlarca “duygu fenomeni”ni tek bir kelimeyle ifadelendirmeye kalkışmak, kavramların bilimsel bir özenle ayrıştırılmasını değil, bilimsel olmayan bir toptancılığı temsil ediyor. Felsefe, bunları gösterip bizi uyarabilir.
Hemen bütün dillerde gündelik kullanımda neyin duygu olduğu neyin olmadığı hakkında belirgin bir karışıklık ve ayrışmamışlık söz konusu… Bu durum, aynı şekilde bilimsel alana da yansıyor. Mesela “sürpriz”, “yalnızlık”, “estetik deneyim” ne ölçüde duygu ile ilintilidir belli değil; yalnızlık sadece belli bir tür üzüntü hali midir açıklık yok. Ama öfke ve korkunun duygu olduğu kolayca kabul ediliyor. Benzer bir karışıklık his (feeling) ve duygu (emotion) kavramlarının tanımlarında da var. Bunlar arasındaki sınırları kesin olarak belirlemeye çoğu zaman imkân bulunmuyor. İlkinde fiziksel duyum (sense), ikincisinde zihinsel duyumlar söz konusu iken bu ikisi kimi zaman (açlık, susuzluk) sadece fizyolojik kimi zaman (kıskançlık, haset, sevgi) sadece bilişsel süreçler için karışık bir tarzda kullanılıyor. Duyguların biyolojik, psikolojik ve toplumsal boyutları ve bir de her duygunun kişisel ve toplumsal bir tarihi olduğu göz önüne alınırsa işler, tamamen içinden çıkılmaz hale geliyor.
Bugüne kadar öne sürülmüş olan duygu teorilerinde en çok şu noktaların altının çizildiğini söyleyebiliriz: Duygular, belli ölçülerde dışarıdan gözlenseler de esasen iç dünyamızda yaşanan öznel fenomenlerdir. Değer yüklüdürler yani nötr değil olumlu ya da olumsuz bir görünüm sergilerler. Daima bir kişiye, bir şeye, bir nesneye yöneliktirler. Çoğunlukla oldukça kısa sürelidirler.
Dikkatle bakıldığında, en çok üzerinde durulan, ittifak sağlanmış gibi görülen bu hususların bile tartışmalı olduğu görülecektir. Mesela duyguların öznel oldukları kabul edilse bile, “ham duygu” diye bir şeyin olduğu hayli tartışma götürür. Bir süredir psikolojik bilimlerde yürütülen doğuştan gelen “temel” duygular olup olmadığı meselesi, hala bir türlü çözüme kavuşturulamadı. Ne yazık ki “temel” diye öne sürülen duyguları içeren liste girişimlerinde tek bir duygu için bile görüş birliği sağlanamadı. Benzer şekilde, duyguların beynimizdeki, bedenimizdeki kimyasallarla ilgili biyolojik bir alt-yapısından bahsetmek mümkün ama aynı zamanda bireysel ve toplumsal olarak şekillendikleri de kesin. Her duygunun kendi içinde bir gelişimi, bireysel ve toplumsal tarihi var. Zira kişiler arası alandaki yorumlar da, duygular için kurucu nitelik taşıyorlar. Yine duyguların kısa süreli olduğu genel olarak yerinde bir gözlem ama bazı acılı hallerde, aşk, haset ve kıskançlık durumlarında uzun müddet sürebildiklerini de gözlemliyoruz.
Bunların haricinde belirtmemiz gereken başka hususlar da bulunuyor. Doğrudan hissedilmeyen duygu olmaz lakin bir kimsenin fiilen nasıl bir duygusal hal içinde olduğu da her zaman aşikâr değil. Bir his bir kenara itilebilir, insan onu başka şekilde yorumlayıp ifade etmeye kalkabilir. İki insan, aynı duyguyu hissediyormuş gibi göründükleri halde, onu tarif etmek için pekâlâ farklı kelimeler kullanabilirler. Kimi duygular, mesela haset, utanç verici olarak görüldüğünden başkalarına bunları hissettiğini söylemek konusunda gönülsüz davranılabilir, hatta bazı duygularını insan kendisinden bile gizleyebilir, gerçekte o sırada ne yaşadığını ancak bir süre geçtikten sonra fark edebilir. Kaldı ki insanın kendini kandırma kapasitesi nedeniyle bir duyguya sahip olduğumuzda onu doğru biçimde teşhis edebildiğimizin teminatı bulunmuyor.
Niye yazdım tüm bunları? Bir psikiyatri kongresinde yapacağım konuşmaya hazırlanıyorum. Duygusal alanı bilimsel olarak ele alışımızdaki sorunlardan ve “haleti ruhiye” kavramına duyduğumuz ihtiyaçtan bahsedeceğim. Bunları sizinle de paylaşmak istedim ve belki niye pata küte siyasi ve ilahiyatla ilgili tartışmalara dalmadığımı bu şekilde anlatabileceğimi düşündüm. Herkes kendi işine baksın ve boyundan büyük konularda ahkâm kesmesin demek istemiş de olabilirim.