Duygu ve mantık birbirine zıt mıdır?
Müfredat tartışmaları için şimdilik tek önerim, ne yapıp edip orta öğrenime kelimelerin, kavramların da bir etimolojisi ve tarihi olduğu bilgisini yerleştirmek; “akıl”, “kalb”, “nefs”, “ruh”, “bilim” kavramları özelinde bunu ortaya koymak…
Akıl, insani varoluşun temellerinden ve elbette vazgeçilmez önemde. Ama bilmeyiz ki, modernlik öncesi zamanlarda “akıl”ın manası, modern çağın bireysel akla olan inancından farklıydı. Her şeyden önce insanların kalpleriyle aklettiğine, kalbi akıl (intellect) ile mantığa dayalı aklın (reason) aynı şey olmadığına inanılıyordu. Akıl, önce kalpten ve değerlerden, 19. Yüzyıl’dan itibaren de duygu ve iradeden ayrıldı. Hayat kompartımanlara bölündü. “Akıl sınıfta, duygular sevgiliyle vakit geçirirken, irade gücü sınava hazırlanırken, dinsel görevlerse cenaze ve Paskalya günlerinde” (Rollo May) devreye giren bir “şey” haline geldi. Duygunun ne demek olduğu konusunda üç cümleyi yan yana kuramayacak kimselerin, karar verirken duyguları önemsemenin kötü bir şey olduğunu ve “duygusal” sıfatını sanki psikiyatrik bir rahatsızlıkmış gibi kullanmaları bu sürecin neticesi…
Artık bunu hep yapıyoruz; kendimizle ya da toplumsal olaylarla ilgili bir paradoks yaşasak ya da bir yakınımızın böyle bir yaşantısına tanık olsak, kendi tuttuğumuz tarafı “mantıklı” diğerini “duygusal” olarak niteleyip, “mantık” tarafında tavır almaya zorlamaya koyuluyoruz. Ve tabii akıl böylesine yüceltilip duygular ihmal edilince, insanlara yaşadıkları sorunların çözümünde yardımcı olmaya çalışırken, duygusal yaşantıları fark ettirmeye çalışma görevi bizlere, psikoloji profesyonellerine kalıyor.
Kalıyor kalmasına da sürecin bu hale gelmesinde bizim de payımız büyük. Yakın zamanlara kadar nörolojik bilimler alanında bilinen “kısmi bilimsel olgu”lardan türettiğimiz bazı fikirleri “mutlak bilimsel doğru” olarak sunduk. Beynin düşünce üretiminde rol alan, ön tarafındaki kabuk bölümlerine “yeni”, duyguların kaynaklandığı daha derindeki yapılara “eski” dedik. Duyguların “eski beyin”den köken alması, nasılsa onların mantıklı düşüncelere göre daha “ilkel” oldukları anlayışına katkıda bulundu. Bugün de duygusal yaşantılarımız konusunda hala sınırlı bir dağarcığa sahibiz, kavramsal düzeyde birçok sorun bulunduğunu, duygulanım (affection), duygu (emotion), his (feeling) ve arzunun (desire) aynı şey demek olmadığını bile yeni yeni anlıyoruz. Ama artık geçmişte, duygu ve mantıklı düşünceyi karşı karşıya koymakla büyük bir yanılgı içinde olduğumuzu biliyoruz.
Nöropsikolojik araştırmaların sonucunda, duyguların vazgeçilmez bir psikobiyolojik yapıtaşı olduklarını, yetişkin yaşamdaki dürtü sistemleri hiyerarşisinin örgütlenmesinde aldıkları önemli rolü nihayet öğrenebildik. Duygular, yalnızca biyolojik güdüler ile psişik dürtüler arasında değil fakat aynı zamanda aklın işleyişinin sağlanabilmesi için beyin kabuğuyla beynin derin yapıları arasında da aracılık yapıyorlar. Duyguların doğumdan itibaren sabit kalmayıp sürekli bir gelişme gösterdiklerinin; içgüdüsel ve ilkel duygusal iç-dünya yaşantılarının, toplumsal etkileşimler ile harmanlanıp, ilerdeki yaşamda daha karmaşık hallere dönüştüklerinin de farkına vardık. Duygular hakkında bildiğimiz bir başka önemli şey de, daha bebeklikteki hallerinde bile duygulara eşlik eden mutlaka bilişsel bir yan bulunduğu; yani duyguların ve mantıklı düşüncenin insan zihninde asla birbirinden ayrı hele hele birbirlerine zıt konum içermedikleri…
Kısacası bugünkü bilimsel bakışımıza göre, duygu ve mantıklı düşünce birbirlerine karşıt olmaktan ziyade, birbirleriyle çok bağlantılı. Sağlıklı düşünce üretimi için sağlıklı bir duygusal yaşantı ve farkındalık şart. Duygular akılcı kararların oluşumuna büyük katkıda bulunuyorlar. Sorun, duygularda değil karar alma süreçlerinde duygu, akıl, irade ve erdem bağlantılarının kopmasında. Öfkelendiğimizde niye öfkelendiğimizi ve ne yapmamız gerektiğini düşünmek yerine artık ne yaparsak yapalım haklı olduğumuz zehabına kapılıyoruz. Ama benzeri bir durum mantık için de söz konusu. Antisosyallerin, psikopatların yaptığı gibi mantığımızı sadece kendimizi aklamak ve çıkarlarımız için işletirsek, akıl ve mantık yaptığımız her zulmü meşrulaştıran bir aygıta dönüşebilir.
Velhasıl, sadece duyguları ve duygusallığı suçlayıp durmamızın birinci nedeni, aklın yüceltilme çağında yaşamamız. İkincisi ise erdemlerden giderek uzaklaşmamız. Bizi sadece duygulara, sadece mantığa göre verilecek kararların şerrinden koruyacak olan, ahlaki erdemlerdir. Sabırdır, metanettir, itidaldir. Giderek kaybettiğimiz ve artık nesilleri eğitirken vazgeçtiğimiz şey, bu erdemler ve onları öğretmeye çalıştığımız değerler eğitimi. Tıpkı akletmek gibi bize emredilen sabretmeyi öğütlemek yerine duyguları suçlamamız, işte bu yüzden…
Kaynak: Yeni Şafak