Duyguötesi toplum
Batı toplumunun dünyada olup biten haksızlıklar, adaletsizlikler karşısındaki ölümcül sessizliğini açıklamaya çalışırken Mestroviç, Hocası David Riesman’ın tezlerinden yararlandı. Riesman daha 1950’ler Amerika’sında yalnız ve yabancılaşmış bir insan tipinin bir psikolojik rahatsızlığı değil neredeyse tüm Amerikalıları kapsayan bir olgu olduğundan bahsetmiş, onları tarif etmeye çalışmıştı. Kitabına verdiği isim bile “Yalnız Kalabalık” oldu…
Riesman, Batılı insanın Rönesans’a kadar geleneklerle yönetildiği, Rönesans’tan 20. yüzyılın başlarına kadar olan dönemdeyse, aile çevresinin belirlediği “içe-yönelimli tip”in hâkim olduğu kanaatindeydi. Rönesans, Reform, Karşı-Reform ve Sanayi devrimi ile birlikte gelenekten kopuş sürecinin başladığını, bunun sonucu olarak 1950’ler ABD’nin “Yalnız Kalabalık” toplumu haline dönüştüğünü, üretim çağından tüketim çağına geçildiğini artık moda, propaganda tarafından yönetilen “dışa-yönelimli” bir toplumsal karakter tipinin baskın hale geldiğini söyledi.
İçe-yönelimli kişide, kültürden ziyade ailesinin yol göstericiliği barizdi, yolunu ebeveynin ve çevresindeki otorite kişilerin rehberliğinde tayin ediyordu. Davranışlarında ayıplanma korkusunun etkisi belirgindi. Oysa dışa-yönelimli kişi, ebeveynin sinyallerinden daha çok dışarıdaki geniş çevre radarının etkisi altındadır. Aile, onun için sıkı sıkıya bağlı olduğu bir birim değil sadece geniş sosyal çevrenin bir parçasıdır. “İçe-yönelimli karakter, kendini ‘ahlakçı’ olarak, dışa-yönelimli ise ‘yorumcu’ olarak dışa vurur.
Mestroviç, Riesman’ın “öteki yönelimli tip” kavrayışını daha da geliştirerek Kosova olaylarının olduğu zamana ve günümüzün koşullarına uyarlamaya çalıştı… Öteki-yönelimli tip, içe-yönelimli tipin aksine bir tutku kaybından mustariptir. Duyguları McDonaldlaştırılmıştır. “McDonald’s, toplama kampı modelinden ilham alarak bütün dünyayı ‘akılcılığın demir kafesi’ içine hapseden toplumsal, ekonomik, kültürel bir sistemin adı”dır. “İnsan duygularının zenginliği öteki-yönelimli tipte iki temel kategoriye, ‘zarif’ olma ve ‘öfkeli’ olmaya indirgenmiştir. Öteki-yönelimli tip, tercihlerin, görüş açılarının, perspektiflerin bir Samanyolu galaksisi ile karşı karşıya olduğundan, bunlardan herhangi birine bağlanmaktan acizdir. Kitle halinde bir enformasyon tüketicisi olarak yaşar, çünkü dünyadaki işlerin gidişatını gerçekten değiştirmek için elinden hiçbir şey gelemeyeceğine inanmıştır. Bu yüzden, öteki-yönelimli tip, duygular âleminde kendisini ve başkalarını manipüle ederken kendisi de medya, hükümetler ve başkaları tarafından manipüle edilir.
Öteki yönelimli insan tipinin oluşturduğu topluma duyguöteci diyen Mestroviç’e göre bu toplum bir tasarıdır. Duyguöteci kültürel ikonlar tarafından öteki-yönelimliliğe mecbur bırakılan batılı toplumlarda insanların duygusal enerjileri kurumuş, umursamazlaşmış ve acizleşmişlerdir. “Duyguötecilik, duygusal karmaşayı önlemek, duygusal ilişkilerde başıboşluğu engellemek, duygusal hayatın ‘vahşi’ bölgelerini medenileştirmek ve genelde toplumsal dünya iyi bakımlı bir makine kadar pürüzsüz işlesin diye duyguları düzenlemek için tasarlanmış bir sistemdir.” “Geçmişte, geleneksel, içe-yönelimli tipler hayatlarına yön vermek için bir ya da birkaç sabit yıldıza odaklanırdı. Ama biz bilgiç duyguöteci tipler herhangi bir görüş açısına bağlanamayacak kadar çok şey biliyor, çok şey hissediyoruz. Bu yüzden de biz çarpışan açıklamaların ve beraberinde gelen çarpışan duyguların Samanyolu galaksisine maruz kalıyoruz.” Ama bunların hiçbirine bağlanamıyor ve kararlılıkla davranamıyoruz. Bu, duyguöteciliğin hem vaadi hem trajedisidir.
Batılıların zalimlikleri televizyondan izlemekle yetinip ‘zarif” bir üslupla açıklama yapmaları bu duyguöteci sistem nedeniyledir. Herkesten ‘zarafet’ beklenen ve konuşma ve davranışın politik doğruculuk tarafından kodlandığı duyguöteci toplumda, bütün katarsis yolları fiilen tıkalı olduğundan sistemin amacına ulaşması mümkün değildir. Mestroviç, batıda insanların, dışavurul(a)mamış travmalar yüzünden giderek “yürüyen saatli bombalar”a dönüştüklerine dikkat çeker. “Batılı endüstrileşmiş ülkelerin kamusal hayatlarından dışlanmış sapkınlıklar, iğrenç alışkanlıklar, çıplak şiddet ve öteki barbarca olgular yalnızca yeniden ortaya çıkmakla kalmıyor, kişiye özel fantezi aleminde zamanla daha etkili hale geliyorlar” diye ta o zamandan uyarır. Ona göre duyguötesi toplumlarda medya nedeniyle yapaylık/sahtecilik artmış, kutsal çökmüş, kolektif bilinç kaybolmuştur. Ölüm aklileştirilmekte, bu yüzden matem süreci asla tamamlanamamaktadır.
Mestroviç, Riesman gibi umutlu da değildir, postmodernistlerin bir hoşgörü devrimi olacağı şeklindeki beklentilerini asla ciddiye almaz. Daha 1997’de “bir devrim olacaksa büyük ihtimalle, eski moda, şiddete dayalı bir devrim olacaktır” der. Farklı kültürlerin batıda bir arada geçinip gitmelerinin ila nihai mümkün olmayacağının altını çizer. Batıda işlerin, George Orwell’ın tahayyül ettiğinden bile daha kötüye gideceğini ilk görenlerdendir Mestroviç. Alkışlıyorum…
Kaynak: Yeni Şafak