Emaneti ehline veriniz!
Zihinlerimiz “Sizin hayır gördüklerinizde şer, şer gördüklerinizde hayır vardır.” (Bakara/216) ayetinin boyasıyla boyanmış. Hemen hepimiz, vaki olanda hayır vardır anlayışıyla hareket ediyor, her musibette bir hayır olduğuna inanıyoruz. Böyle bir anlayışın ve inancın, başa gelenler karşında sabrı ve suhuleti arttırmak, olayları çok boyutlu görmek, mücadele azmini elden bırakmamak gibi birçok müspet etkisi var.
17 Aralık musibetinde sırlanmış hayırlar da yavaşça kendilerini belli ediyor. Mesela paralel yapıyı doğurduğuna inanılan, “cemaat” diye adlandırılan topluluğun CHP ile (hiç değilse pozisyonel) ittifakı, sanılanın aksine bir hayra vesile olabilir. Bu sayede toplumu oldukça geren, kutuplaştıran seküler-mütedeyyin fay hattında bir yumuşama, enerji boşalması görülebilir.
“Cemaat” diye anılan yapının öncü kadroları, 10 yıldır süren iktidar yanlısı tavrından vazgeçip en militan karşıt tutumlar sergilemeye başladı. Haklı olarak darbe diye nitelenen girişimler onlara hamledildi. İktidara karşı-kamp kardeşliği, cemaat ile CHP arasındaki buzları belli ölçülerde çözdü. Bir psikolog dostumuzun ironik ifadesiyle, “laiklik, artık CHP”nin iç meselesi haline dönüştü.” Ama tablo bundan ibaret değil. Aynı şekilde 17 Aralık sürecinde düşünce sisteminde “milli” duruşu merkeze alan birçok seküler vatandaşımız, daha önce yaşama tarzındaki farklılığı gerekçe göstererek uzak durduğu Hükümet”ten yana tavır aldı. Biz, şimdi hayli canımız sıksa, başımızı ağrıtsa da, uzun vadeli düşünüldüğünde, bunları oldukça olumlu gelişmeler diye okuyoruz.
17 Aralık süreciyle birlikte seküler-mütedeyyin kesimler arasındaki yakınlaşma hakkında bu söylediklerimiz elbette suyunun suyu. Tablo netleştikçe bu konudaki diğer tespit ve öngörülerimizi daha ayrıntılı ele alacağız. Şimdi, 17 Aralık sürecinin artık netleşmiş bir başka hayrı diye değerlendirdiğimiz bir husus üzerinde durmak istiyoruz. Bu hayır, dini topluluklarla siyaset ve devlet ilişkilerinin, yaşanan bu tecrübeden sonra nasıl olması gerektiğinin artık aşikâr hale gelmesidir. Açalım:
Devletin değil insanın ve toplumun ön planda tutulacağı fikri, “yeni Türkiye” dediğimiz ve inşa halinde olduğunu söylediğimiz olgunun alâmetifarikasıdır. Başta yeni anayasamız olmak üzere, tüm hukuki sistemimiz, eninde sonunda bu anlayışa göre düzenlenmek durumunda. Yeni Türkiye”de devletten önde olan toplum, hür ve eşit vatandaşların varlıklarını ifa ettikleri ilişkiler ağı olarak görülecektir. Dini topluluklar da dâhil olmak üzere, sivil örgütlenmenin önündeki hukuki ve fiili engeller, asla ve kata olmayacaktır. İnsanlar, toplumsal ilişki ve siyasal katılımın araçları olan sivil toplum örgütlerini serbest bir şekilde kurabilecek ve onlara dilediğince katılabileceklerdir. Devlet, vatandaşları arasında ayrım yapmadığı gibi, herkese ve her kesime karşı eşit mesafede, hakem konumunda olacaktır.
Bu ifadeler, yeni Türkiye”nin yapı taşlarıdır. Aksini düşünenler, Türkiye”nin otoriter bir rejime doğru sürüklendiği zehabına kapılanlar var. Evhamlar, henüz yolun yarısından olmamızdan, işimizin zorluğundan ve eski birbirimize güvensizlik alışkanlığımızdan kaynaklanıyor. Baksanıza, sizin önünü açmaya çalıştığınız, dost bildiğiniz bir yapı, devleti ele geçirmeye aday, paralel bir organizasyon teşekkülünde beis görmüyor ve bunu ancak anlayabiliyorsunuz. Bugün def edilebilen bu belanın yarın bir başka kılıkta karşımıza çıkmayacağı ne malum! Tedbir alma gerekliliği, ayan beyan. Tedbir yetmez, yeni mutabakat, başta dini topluluklar olmak üzere tüm sivil toplum kuruluşlarınca da anlaşılıp sindirilmelidir. Biz bunun da gerçekleşeceği ve süreçten gerçek hayrın o zaman hâsıl olacağı kanaatindeyiz.
Demokratik bir Türkiye”de sivil alanı dolduran birçok farklı çıkar ve etkileşim grupları olması tabiidir. Devlet işleyişinde ve icraatını, söylemini oya tahvil etmeye çalışan siyasetin doğasında bu farklılıkların bir etkisi olması bir dereceye kadar olağan karşılanabilir. Ama en nihayetinde devlet, genelin çıkarlarını esas alır ve toplumun gönüllü bir rızayla varlığında mutabık olduğu bir otorite tesis etmeye çalışır. Toplumdaki çatışmaların bir izdüşümü olmak yerine o çatışmalardan alabildiğine muaf olmaya gayret eder. Başka türlü bireyin özgürlüğünü, genelin çıkarlarını, hukukun üstünlüğünü sağlayamaz.
Bu anlayış, yeni devletin “hakem” sıfatından ayrı olarak bir başka temel özelliğini daha ortaya serer. Bu temel özellik, liyakate dayanma yani meritokrasidir. Sivil toplum alanındaki çıkar ve çatışmalar, devleti ele geçirmek amacına yönelmemeli, tüm taraflar, devletin çatışma-dışı kalması ve meritokrasinin galebesi için ellerinden geleni yapmalıdır. Siyaset alanı, elbette dini topluluklara açıktır ama onlardan kendi güç ve etkilerini artırmak için değil ortak iyi için hareket etmelerini beklemek hakkımızdır. “Muhakkak Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verme konumunda bulunduğunuz vakit adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa/58)
Kaynak: Yeni Şafak