En kolay ezberlediğimiz kısaltma: AVM
Madem kapitalizm ve tüketim toplumundan konuşuyoruz sözü mutlaka AVM’lere de getirmeliyiz. Uluslararası Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği’nin (ICSC) tanımına göre, “minimum 5 bin metrekare kiralanabilir alana sahip, en az 15 bağımsız bölümü olan ve tümü tesis olarak yönetilen kurumsal ticari gayrimenkullere” AVM deniyor.
Türkiye’de bu tanıma uyan irili ufaklı onlarca AVM var, sayıları da şehirlerimizin hayatlarındaki rolleri de giderek artıyor. AVM sektörünün ‘Pazarlama Oscarları’ olarak bilinen İCSC Uluslararası Pazarlama Ödülleri’ne nedense en çok ülkemiz AVM’leri layık görülüyor. “AVM’lerin halkın gündelik hayatını değiştirme oranları”na göre ülkeleri sınıflandırırsak Türkiye’nin açık ara ilk sırayı alacağı kesin. Zira bir yılda ülkemizdeki tüm AVM’lere yapılan ziyaretçi sayısı 10 yıl önce bile milyarı epey geçmişti.
Hayatında ilk defa AVM gören birisi, hemen anlar ki, buralar uluslararası yatırımcının ülkemize ana giriş kapılarından. “Sen biliyor musun AVM’ler sayesinde ülkemizde kaç milyar dolarlık yabancı sermaye girişi oldu?” diye savunuyor zaten “AVMseverler” buraları. “Ne zararı var?” diyebilirsiniz. Ülkenin kendi kaynaklarının ve kültürünün gelişimine hizmet edecek alternatif yollar düşünülmüşse elbette zararı yok. Yabancı sermayeye bu devirde karşı çıkmak, ekonomik mecburiyetleri görmezden gelmek, inkâr etmek demek… Ama bu gerçek, AVM’ler aracılığıyla gelen yabancı sermayenin niteliği üzerine düşünmemiz gereğini ortadan kaldırmıyor. Hem AVM’lerin kendileri hem de buralara yatırım yapan firmalar, aynı zamanda kültürel dönüşümün, yabancılaşmanın simgeleri. AVM sorununun büyük kısmı da buradan kaynaklanıyor.
Ortada büyük bir kültürel sorun varken, yabancı yatırımı teşvik etmenin yegâne amacı, “dünyada olan tüm büyük markalar burada da olsun” olamaz, olmamalıdır. Ama galiba çoktan olmuş. Kulağımıza kadar gelen “ünlü yabancı markaların AVM’lere itibar kazandırmak için kira ödememeleri” olgusu başka nasıl açıklanabilir ki…
AVM’lerle birlikte toplumumuzdaki tüketim eğilimlerinin ve arazi-rant ilişkisinin nasıl artmış olduğunu, gören tüm gözler görüyor. Belli bir alana birçok ticari mekân sığdırmanın ne demek olduğunu hesaplayabilmek için ille de müteahhit olmak gerekmiyor. Yangından mal kaçırır gibi şehrin sosyoekonomik hayatına, geleneksel, tarihsel dokusuna yapılan bu müdahalelerin ileride nelere mal olacağı konusunda kazançlarını esas alan girişimciler, yatırımcılar pek düşünmezler ama münevverler, siyasiler, düşünmek zorunda. Şehirlerimizin kaderini, insanımızın geleceğini sadece yatırımcının kar hesaplarına bırakamayız. Önce gökdelenlerle mahalle kültürümüz kaybolup gitti. Şimdi de AVM’lerle kanaatkarlığa ve dayanışmaya dayalı sosyal dokumuza geldi sıra. Bunları görmek için “inşaatçı kalkınma modeli”nden sıyrılıp gelenek bağlılığı ve tarih bilinciyle çevremize şöyle bir bakmak, bakabilmek, kaybettiklerimizin parayla pulla ölçülemeyeceğini anlamak gerekiyor. Gerçek olan ve lazım gelen muhafazakarlık tam da bu zaten!
Batıyı, ekonomiyi bilen uzmanlar, ülkemizdeki AVM’lerin böylesine hızla yaygınlaşmasında, sektörün şehirlerimizdeki gündelik hayatı altüst edecek kadar abartılı büyümesinde bir terslik görüyorlar, hatta bu durumu “azgelişmişlik işareti” olarak niteleyenler dahi var. Yanlış anlaşılmamalı: Büyük metropollerde çalışan insanların her şeyi bir arada bulabilecekleri alışveriş merkezleri olması elbette yadırganmaz. Modernliğe, büyük şehirlere “evet” demişsek AVM benzeri oluşumlara ihtiyaç olacağını da tabii ki kabul ederiz. Ama bunun bir kuralı hem de sağlam bir kuralı olmalı. Şehrin ana dokusunu, yaşantısını, tarihi merkezleri bozmamalı, olabildiğince şehir dışında olmalı; kolay toplu taşım imkanları bulunmalı, insani bir yeşil alan ve çocukların bedava yararlanabileceği oyun alanları içermeli mesela. Oysa bizdekilerin çoğu bu şartlardan azade. Böyle hesapsız kitapsız olunca da dev rantiyeler oluşması, adaletsizliklerin ortaya çıkması, şehrin özgün, otantik yaşantısında tahribatlar görülmesinin önüne geçilemiyor…
Ezberlediğimiz en kolay kısaltmalar arasına bir anda giriveren AVM, gündelik hayatımızda çoktan vazgeçilmezler arasında yerini aldı. Mütevazı sermaye hareketleriyle yaşayabilen çarşı esnafı, uluslararası destekli bu devasa merkezler karşısında eriyip gidiyor. Oysa geleneksel çarşı, dayanışmaya dayalı, bireysel katılıma açık, tarihle barışıktı; şehir estetiğine ve demokratik hayata daha uygundu. Daha da önemlisi, biçim ve öz olarak modernliğin sıkıntılarına karşı yeni bir medeniyet talebimizle örtüşüyordu. Mutlaka geleneksel çarşıyı ihya etmenin ve şehirlerimizdeki tarihi dokuyu, esas yerleşim koreografisini barındıran eski planı ne pahasına olursa olsun korumanın yollarını arayıp bulmalıyız. Tabii gerçekten muhafazakarsak…
Kaynak: Yeni Şafak