Entelektüel, aydın, düşünür
“Entelektüel” kelimesi Batı dillerine, Latince “akıl ve idrakle bağlantılı” manasındaki “intellectualis”ten türetilerek 19. YY. da girmiş. Vazifeleri olmadığı ve doğrudan çıkar sağlamadıkları halde sosyal problemler hakkında fikir üreten grup anlamındaki bu kullanım, dillimizde, önce 1920’lerde Arapça “aydınlatılmış, ışıklı” manasındaki “münevver”, daha sonra 1930’larda “aydın” karşılanmaya başlamış. Ancak günümüz için, “entelektüel”, “aydın” ve “düşünür” kavramlarının farklı anlam ve karşılıkları olduğu kanaatindeyim.
Aydını en kısa biçimde “toplumun en yüksek kolektif zihinsel ürünü” diye tanımlayabiliriz. Hepimizin geçmişimize dair güçlü duygusal bağlarla belirlenen bir hafızamız, geçmişimizden ve şimdimizden yola çıkarak geleceğimize dair beklentilerimiz, ufukta gördüklerimiz var. Aramızda entelektüel olanlar, hatıralarını, umutlarını, bilgilerini dünyada olup bitenlerle bağlantılandırarak kavramlaştırmakta daha becerikli. Ama her entelektüel, aydın demek değil. “Aydın, entelektüel kapasitesini kendisinden ziyade içinde yaşadığı, ait hissettiği toplum için, onun adına da harekete geçirebilen insandır” diyebiliriz.
Aydın, düşünme faaliyetini varlığı anlamak için sürdüren düşünürden de, maddi ilişkilerin belirlenimlerini keşfetmeye çalışan bilim insanından da farklı bir kimse. O, daha ziyade siyasetçiye yakın; siyasetçinin pratik akılla yaptığını teorik akılla yapan kişi. Aydın, biraz siyasi liderleri andırır; o hem kendisidir hem de toplum adına söz alması, zihinsel yeteneklerini, sezgilerini toplum için kullanmasıyla kendisinden daha fazlası olan bir kişiliktir.
Aydın, toplumun bir parça önünde olduğu, kısmen ondan ayrıştığı için toplumla bağı, bir yandan olmazsa olmaz nitelikteyken bir yandan da çok naziktir. Zor bir kimliktir aydının taşıdığı, çok ağır sorumluluklarla doludur; üstlendiği yükü taşıyamıyorsa vazgeçiverir; toplumla bağını koparıp atar.
Toplumla bağının kopuk olup olmamasına göre aydınları “organik” olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırabiliriz. Aydının yol gösterici niteliği, toplumla bağı koptuğunda yani organik vasfını yitirdiğinde o, kendisinden başkasıyla ilgilenmeyen, kendini beğenmiş bir sinik ya da topluma benim dediklerimi yapmıyor diye kızıp köpüren bir despot haline dönüşebilir.