Hasedin panzehiri sevgi
Psikanalist Melanie Klein’ın hasedin kökenlerini bebekliğimizin ilk zamanlarına kadar götürdüğünden bahsetmiş, ileride çocuğunun psikolojik sağlığı ve kişilik olgunlaşmasına sağlam bir zemin hazırlamak için annenin birinci vazifesinin bebekteki bu haset hissiyatını yatıştırmak olduğunu söylemiştik. Haset, gibi yıkıcı bir kelimeyle bebek gibi neredeyse melek yerine koyduğumuz insan yavrusunu aynı cümle içinde telaffuz etmek bile insana tuhaf geliyor. Ama insan psikolojisinde hasedin kökenlerini aradığımızı unutmayalım. Hasedin izleri geriye doğru takip edildiğinde bebekliğe kadar gider diyor Klein. Bebeğin nasıl hırsla tüketmek istercesine emdiğini annelerin çok iyi bildiğini söylüyor. Yetişkin hayattaki tamahkârlığın, açgözlülüğün, karşısındakini acımasızca sömürmenin kökenlerini bebeğin bu tüketircesine emme davranışında arıyor.
Klein, hasede karşı mücadelenin anahtarının da anne-bebek ilişkisinde olduğu kanaatinde. Ona göre bebekteki hasedin tamiri için bir tek şeye ihtiyaç var; o da yeterince iyi annelik özellikleri gösteren anne ya da annenin yerine bakımı üstelenen kimse.
Anne, bebeğe karşı öyle samimi ve içten davranmalıdır ki, bebek, haset ettiği bu varlığın aslında onun iyiliğinden başka bir şey düşünmediğini anlayabilsin. Zaman zaman yemek yanıyor diye emzirmeyi geciktirse de, her an yanında olamasa, ağladığında hemen koşup yanına gelemese de kendisini çok sevdiğini, varlığını her şeyin üstünde tuttuğunu hissedebilsin. Ama annenin bunu yapması için kendisini parçalaması, bebeğin her istediğini yapması gerekmiyor. “Yeterince iyi annelik”, bebeğin her zaman ağzına memeyi dayamak, onun her istediğini yapmak değil. “Yeterince iyi annelik”, samimiyetle iyi anne olmaya çalışmaktan geçiyor. Eğer ağladığında, altı açılmadığında, süt gelmediğinde veya herhangi bir nedenle hayal kırıklığına uğradığında anneden aldığı iyi duygular, tüm bu olumsuz yaşantılarını onarabiliyorsa, işler yolundadır. Bebek, anneye güvenir, hatta kısa sürelerle de olsa ondan ayrı kalmaya katlanabilir. Anne ve bebeğin karşılıklı sevgi alışverişleri, ilişkinin aslını oluşturmaya başlar.
Erişkinler olarak sevgiyi hep içimizde, derin bir yerlerde tonlarca bulunan bir şeymiş gibi görürüz. Bu nedenle sevgi göster(e)meyenlere sanki elindeymiş de bize inat ortaya çıkarmıyormuş gibi davranır, kızarız. Oysa durum sanıldığından daha karışıktır. Sevginin, sevme hissinin nereden geldiği, içimize nasıl yerleştiği, bilimsel olarak henüz bilinmediği gibi, öyle herkesin içinin aslında sevgi dolu olduğu ama bazılarının gösteremediği fikri de pek koftur. Evet, söylemesi zor ama bebeğin içinden nasıl sevginin serpilip geliştiğini açıklamak çok da kolay değil. Bazı psikoloji teorisyenleri, başlangıçta insan yavrusunda sevginin olmadığını, anne hasedi yatıştırmayı başardıkça, bu güven ortamında sevginin yeşermeye başladığını söylüyorlar. Bizim Klein’a göre ise sevgi de haset gibi temel, ilksel bir hissiyat. Bizce de Klein haklı. Bebeğin iç-dünyasında sadece haset yok, tam karşısında şükran, onun da temelinde sevgi bulunuyor. Uzatmadan konumuza dönelim.
Hasedin tamircisi sevgidir. “Yeterince iyi annelik”, bebekteki bu sevgi yatağını harekete geçirerek başarılı oluyor. Annenin, kendisine haset eden, sütünü sonuna kadar tüketmek için saldıran bebeğe şefkat göstermesi, onu sevgiyle yatıştırabilmesi gerekiyor. Bebek, annenin bu başarısı sayesinde sevgiyi, sevmeyi, sevilmeyi öğreniyor. Haset, bütün olumsuz duyguların, açgözlülüğün, tamahkârlığın ve azla yetinmeyişin de kaynağı. Yani aslında anne, “yeterince iyi annelik” yaptığında, hasedini tamir edebildiğinde, bebeğe açgözlülükten, tamahkârlıktan korunmasını da öğretmiş oluyor.
Minnete, şükrana giden yolları tanıyabilmek için bunca sözümüz. Ne yapıp edip sözü oraya doğru taşımak istiyoruz. Hazır buraya kadar gelmişken bir de şu çok karıştırdığımız haset ve kıskançlık farkına da değinelim.
Haset, iki kişi arasında, kıskançlık ise üç veya daha fazla kişi arasında ortaya çıkan his… Bir kişinin karşısındaki insanın sahip olduğu şeyin ille kendisinde de olmasını istemesi, hasetle ilgili. Hâlbuki kıskançlıkta başkaları da söz konusu… Kıskançlığın kökeninde bir kişiyi (anneyi) kiminle (babayla ve kardeşlerle) paylaşılacağıyla ilgili kaygı, kabul edememe ruh hali bulunuyor. Anneyle birebir yaşantısı sırasında bebek bir süre sonra anlayacaktır ki, dünya, kendisi ve annesinden kurulu iki kişilik bir dünya değildir, orada başkaları da vardır. Tam içindeki hasedi onaran anneyle karşılıklı sevgi alışverişini başardığında, bu başkaları çıkıp gelmiştir. Bu durumu protestodur kıskançlık ve hasede oranla nispeten daha anlaşılabilirdir. Çünkü ortada tek bir kaynak var ve onun nasıl pay edileceği her zaman sorun yaratır. Yine de hasedi yatıştırılamayan çocuğun kıskançlığının da hastalıklı bir şekilde tezahür edeceğini şuracığa not edelim.
Kaynak: Yeni Şafak