Hepimiz İhvanız!
”Mısır”da Sisi Cuntası, Batılıların demokrasi konusundaki samimiyetlerini sınadıktan sonra, şimdi de 529 idam cezası kararıyla insan hakları ve evrensel hukuka olan inançlarını sıygaya çekiyor. Ülkemiz sosyal medyasında “Mısır”da idam kampanyası bir an önce başlasın kampanyası” açarak “Ne kadar çabuk o kadar iyi… Evet, nefret ediyorum yobazlardan” yazan, bazı kendini bilmezleri gösterip “Sadece Batılılar mı?” diye soruyorsunuz. Haklısınız. Hepsinin künyelerini utanç kütüğümüze çaktık. İslam dünyasındaki ölümcül suskunluğa işaret edip, “Keşke uyuyanlar sadece Batılılar olsaydı?” diyorsunuz, “Darbeciler, vesayetçiler hepsi de Müslüman ülkelerden çıkmıyor mu?” diye soruyorsunuz. Bin kere haklısınız. Çaresiz her Müslüman”ın, her suskunluk anını bir kahroluş çığlığı olarak gökyüzüne kaydettik. Ama izin verirseniz iki yüz yıllık şaşkınlığımızı, umarsızlığımızı, bizi kendimizden başka her şeye benzeten, tuhaflaştıran yabancılaşmamızı, sonra hesaplaşmak üzere şimdilik bir kenara koyalım. Başımıza gelen bunca belanın sorumlusu, Batı hayranlığımız, kendimize olan güvensizliğimiz değil mi zaten! O yüzden asıl kaynağa gidelim. Batılı zihnin ikiyüzlülüğü, en hafifinden kendi ideallerine karşı ihaneti demek olan tavrı üzerine konuşalım. Hazır, demokrasi ve insan hakları havarilerinin Sisi Cuntası ve marifetleri karşısında hem sır hem ar perdeleri böylesine yırtılmış, lime lime olmuşken…
Batılı zihin, her zaman sürekli kirlerini akıtacağı bir rezervuar ihtiyacı içinde oldu. Son günah keçisi, yeni umacı olarak da Müslümanlar tayin edildi. İki kutuplu dünyada Müslümanlar, kutuplar arasında pay edilmişti. ABD ve Sovyet blokları, paylaştıkları coğrafyalarda birbirleriyle mücadele ederlerken Müslümanları yedeklerine almaya çalışıyorlardı. Ortalıkta ne radikal ne siyasal İslam vardı. Berlin Duvarı”nın yıkılması, Sovyet Bloğu”nun çökmesiyle batılı zihnin düşman ihtiyacı, çoktandır güç mücadelesinde temel aktör olamayan Müslüman dünyadan karşılandı. Komünizm umacısının yerine İslam tehlikesi (!) ve İslamofobi, “Rus ayısı” figürünün yerine “yobaz terörist” geçirildi. Roller buna göre dağıtıldı, yeni bir oyun sahneye kondu. İslam ile modernliğin ve demokrasinin asla bağdaşmayacağını sürekli tekrarladılar. Lakin bir taraftan da Müslüman halkların demokratik talepleri iktidara yansırsa feci şeyler (!) olacağı tezviratını yaydılar. İslam dünyasındaki halkın meşruiyet arayışlarını, demokrasi taleplerini facia gibi gösterdiler.
Zihinleri modern bir torna tesviyeden geçen tüm nesiller gibi demokrasi ve insan haklarının yalnızca Batı coğrafyasında bulunabileceğine hükmediyoruz. Modern Batı uygarlığının aynı zamanda emperyalizm, sömürgecilik, iki büyük dünya savaşı, oryantalizm ve ırkçılık demek olduğunu aklımıza bile getirmiyoruz. Bizleri “insan” sınıfına yeni yeni koyduklarını, 1960″lara kadar “insan-hayvanat bahçeleri” kurduklarını unutuyoruz. Modern Batı zihnini her türlü çelişkiden münezzeh, saf bilim, akıl, etik ve hümanizmadan müteşekkil bir elmas sandığımızdan onun kömür karalığını göremiyoruz. “Siz ey demokrasi ve insan hakları havarileri, nasıl olur da Sisi cuntası ve marifetleri yokmuş gibi davranırsınız!” diye ağlaşıp duruyoruz. Feryadı figanı bırakıp kendimize güven içinde onların siyasi ve düşünce tarihine şöyle bakıversek şaşırmayacağız, zihinlerinin külliyen tenakuz içinde olduğunu göreceğiz.
Örneğin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” mottosundaki büyüleyici haleyi kaldırsak ya da hepimizin damarlarında dolaşan “liberal demokrasi” kavramının her bir kelimesini ayrı ayrı düşünsek bunların bir araya gelmelerinde ne çok müşkül bulunduğunu hemen sezebiliriz. İnsan, nasıl aynı anda hem özgür ve muhteris bir birey hem de diğer insanları kendisine eşit ve kardeş gören bir demokrat olacak? Bireycilik ve halkçılıktan, liberalizm ve demokrasiden birisi diğerine galebe çalmadan sürdürülebilecek bir toplum hayatı, ancak uhrevi bir bağlantı aracılığıyla mümkün. Ama Batı maneviyatında dünyevilik ve uhrevilik öyle birbirlerinden kopuklar ki! Batılı zihindeki bu çelişkiler, devlet-sivil toplum, serbest pazar-piyasa, silahlanma-barışçılık, ilk günah-kadın hakları, teknolojik hırs-çevre tahribatı örneklerinde olduğu gibi her alanda karşımıza çıkıyor.
Batılı zihnin görüntüsüne, söylenenlere kanmamalı; onun dibi zifiri karanlık. Batılı zihin ve Sisi”nin üniforması aynı kumaştan; içlerindeki kan ve vahşeti örtmek için altın suyuna batırılmışlar…
“Batılı zihin” tanımının toptancılık riski içerdiğinin farkındayım. Tarihsel ve toplumsal gerçekliğin gücüne işaret etmek için bu tanımı kullanıyorum. Batılıların ve batıcılaşmışların içinde elbette hakiki demokratlar, gerçek insan hakları ve evrensel hukuk savunucuları var. Onlar, kalplerimizde mutena bir yere sahipler. Yeryüzündeki her türlü zulme karşı her zaman insan kardeşlerimizle birlikte direnmekten yanayız. Ama tarih, Müslüman coğrafyada yaşayanlara özel bir vazife yüklüyor. Bir an önce şaşkınlığımızı bırakıp kendi gücümüze güvenerek cesaretle ve akılla yürümeliyiz.
Kaynak: Yeni Şafak