İnsan-sonrası, insan-ötesi…
Yaşadığımız zamanlara “insan hakları çağı” denmesine, temel haklar mefhumunun “insan” terimi etrafında oluşturulmasına itiraz ediyor “İnsan Sonrası” kitabının yazarı Rosi Bradiotti. Dur bakalım! Önce “insan” dediğiniz şu varlık kimdir, neyin nesidir? Bir konuşalım diyor. “İnsan-sonrası” (posthuman) fikriyatında olanlara göre hayvanlar dünyasındaki türler içinde bir tür olan insanın, kendisi kutsallaştırarak tarihin ve âlemin merkezine yerleştirmesi, hem saçma hem çarpık bir anlayış. Acilen yeni bir insan-tabiat ve teknoloji kavrayışına ihtiyaç var. Biraz felsefeye dalmazsak, bu fikriyatı tam olarak idrak edebilmemiz imkânsız.
“İnsan-sonrası” fikriyatında olanların çoğu, birkaç istisna dışında, tüm düşünce tarihine karşılar, çünkü düşünce tarihi “insan” (human) anlayışının egemen olduğu zamanları yansıtıyor onların gözünde. Aynı gerekçeyle düşünce tarihindeki birçok kimseyi, mesela Heidegger’i, Althusser’i, Foucault’u hatta “seküler hümanist” dedikleri Richard Dawkins’i bile defterden silmiş görünüyorlar.
“İnsan-sonrası” yanlıları, Marx, Darwin, Bergson, Hume ve Derrida gibileri kendilerine yakın buluyorlar ama bir numaralı düşünürleri, 1995 yılında intihar ederek yaşamını yitirmiş olan Gilles Deleuze… “İnsan-olmayana ve üst-insana bizi açmak (…), durumumuz, bizi iyi çözümlenmemiş bileşimler arasında yaşamaya ve bizim kendimizi iyi çözümlenmemiş bileşimler olmaya mahkûm ettiği sürece felsefenin anlamı budur” diyecek kadar insanı alabildiğine soğuk ve maddi kategorilerle düşünen Deleuze.
“İnsan-sonrası” taraftarları, sonuna kadar maddeciler; “vitalist materyalizm” favori kavramlarından. Ama onların maddeciliği, bildiklerimizden biraz farklı… Madde yerine “form”, mevcudiyet yerine “örüntü” (pattern), ortam yerine “mesaj” demeyi yeğliyorlar. Zira dijital teknolojiler sayesinde enformasyonun bedenini kaybettiğini, gayri-maddi bir yapıya dönüştüğünü, yaşamı olduğu gibi taklit etmeye çalışan yapay bir yaşam (artificial life) ortaya çıktığını düşünüyorlar. Gerçek canlılıkla (Alife) yapay canlılığı (A-life) ayırt ettiklerini söylüyorlar. Zihni, evrensel bir sembol işlemcisi olarak kavramsallaştırıyorlar. Zihin ve bilgisayarın tamamen aynı olmasalar da bazı ortak işleyiş mekanizmalarını paylaştıkları kanaatindeler. Doğa-kültür, insan-hayvan, insan-makine, hayat-oyun, kadın-erkek ayrımları sahte onlara göre, bunların hepsini aşmak istiyorlar. “Makinelerimiz rahatsız edici derece canlı, bizler ise korkutucu derece cansızız” diyorlar. Onlar için; bilim, yaşamın sadece bilgi iletme birimlerinden (bit) meydana gelen dijital bir enformasyon, insanın da evrim oyununda makinelerden farksız bir oyuncu olduğunu ortaya koymuş; teknoloji ise insandan daha iyi işlev gören makineleri yaratmıştır. Artık insanı, sanki özel bir varlıkmışçasına ele almaktan, mesela “insan hakları” gibi başlıklar altında düşünmekten tamamen vazgeçmek lazım gelir.
Gelelim “insan-ötesi” fikriyatına yani transhumanizme. Transhumanizmin insanın biyolojik varlığına odaklanmış ve teknolojinin imkânlarıyla onu dönüştürmeye çalışan bir anlayış. Bilim ve teknoloji yoluyla insanın biyolojik varlığının ve sınırlılığının aşılmasını savunan bir akım. “İnsanlık, gelecekte bilim ve teknoloji tarafından derinden etkilenecek bir yerdedir. Bizler yaşlanmanın, bilişsel kısıtlamaların, istemsiz acı çekmenin ve Dünya gezegenine hapisliğimizin aşılması yoluyla insanın potansiyelinin genişletilmesinin imkân dâhilinde olduğunu öngörüyoruz” diyorlar. Günümüzün teknolojik imkânları, hâlihazırdaki implantlar, protezler, dijital teknolojiler, biyoteknolojideki ve nörofarmakolojideki gelişmeler, transhumanistlerin insanın potansiyelinin daha da güçlendirilmesi senaryoları için ipuçları veriyor. Bu senaryolar arasında, insan bilincinin makinelere yüklenmesi, istenmeyen kişilik özelliklerinin kaldırılması ve ölümsüzlüğe ulaşma da var.
Görüldüğü gibi teknoloji, şişede durduğu gibi durmuyor. İnsan düşüncesini de hemen etkileyerek kendisine uygun ütopyalar da ortaya çıkarıyor. Ne yazık ki bu fikirler, bazı marjinallerin tuhaf fantezileri değil. “İnsan-ötesi” düşüncesi yani transhumanizm, devletlerin savaş politikalarını derinden etkilerken, “insan-sonrası” fikriyatı akademiden başlamak üzere hızla yaygınlık kazanıyor.
İnsan-ötesi akımının güçlü bir felsefi alt-yapısı yok daha çok pratik sorunlar nedeniyle gündemimize gelebilir ama “insan-sonrası” fikriyatı öyle değil. Ateizm ve materyalizm, inancı reddediyordu. “İnsan-sonrası” ise insanın özünü değiştirmeyi, onu “yeryüzünün halifesi” olma makamından indirmeyi amaçlıyor; doğrudan doğruya insana meydan okuma…
Kaynak: Yeni Şafak