‘İnsan’ı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar
Prof. Dr. Erol Göka ve Rıdvan Tulum, Çabuk Konuşma’da bu ay, dikkatimizi neden kaybettiğimizi, dikkat kaybının kimlere neleri kazandırdıklarını konuştular. Rıdvan Tulum sordu, Erol Göka yanıtladı.
Hocam merhaba, şu soruyla başlayalım: Dikkatimiz neden kayboldu?
Bana sorarsan dikkatimiz yerinde duruyor ama nereye odaklanacağını şaşırdı! Şüphesiz önceden de dış dünya bizim algı sistemimize girmek için hazırlık yapan verilerle doluydu. Ama onlar kendilerini içeri almamız için bizi icbar etmiyorlardı ve zaten genellikle tabiattan ve sosyal kaidelerden, değerlerden müteşekkil idiler ama tekno-medyatik dünya ve bilişim sistemlerindeki veriler, sürekli ve zorla zihnimize sokuluyor ve kendilerini içeri almamız için cilve yapıyor, olmazsa zorla dayatılıyorlar. Bu durumda dikkatimiz, hele hele nerede ne yapacağını henüz bilmeyen çocuk zihni ne yapabilir ki!…
Dikkatin kaybının entelektüel üretimden sanayi üretime kadar her şeyde olumsuz etkisi var diyebiliriz sanırım. Bundan bir kurtuluş yok mu? Yoksa 10 dakikalık odak süreleriyle devam eden insanlar olarak mı devam edeceğiz?
Sürekli bu tip sorular soruyoruz Rıdvan dostum. Ama bence bu sorular, yanlış bir yerden dünyaya bakmamızın, daha doğrusu dünyayı ve olup biteni anlamamızın neticesi… İlk lokomotif keşfedildiğinde 30 km hıza insan bedeninin dayanamayıp parçalanacağını sanan ya da tam tersine teknolojinin tehlikelerine işaret edenlere karşı “sen de o zaman asfalt yolda yürüme, işine otomobille değil atla git” diyenlerin zihin işleyişine benzer kafalardan çıkıyor bu tür sorular. Teknolojiyi de bilmiyor, insanı ve tabiatı da… Dostum, teknolojiyi ve mühendis aklını adam akıllı masaya yatıran, gidişatın “teknoloji versus ontoloji” şeklinde ilerlediğini, böyle giderse bırakın dikkati ortada insan diye bir varlığın kalmayacağını görebilen zekâlar lazım bize…
İnsan sonrasından söz ediyorsunuz? İş o kadar ciddi…
Yahu elbette o kadar ciddi… Sen Gazze soykırımı dahil şu dünyada ne olup bitiyorsa, yapay zekâ teknolojisine dayalı yeni üretim sistemlerinden ve yeni dünya düzeninden bağımsız mı cereyan ediyor sanıyorsun. İnsan-sonrası, insan-ötesi diye 40 yıldır yazıp çizenler olmasaydı, insana gösterilen hürmet ve itibarın biteceğini görenler olmasaydı, zalimler bu kadar zulmü göze alabilirler miydi?
Gazze’de olanları ya da benzer durumları burayla ilişkilendirmeniz ilginç geldi, tam olarak neden böyle bir çıkarımda bulundunuz?
Anlatmaya başlamıştım, devam edeyim. İnsana, onun mükerremliğine, dolayısıyla itibarına ve haysiyetine inanmayan bir zebanilik üretiliyor yıllardır akademide… İnsanı tabiatın diğer unsurlarıyla, hayatı bilgisayar oyunuyla bir ve aynı gören bir zebanilik… Bu bakış açısına göre yapay zekâ sayesinde zaten insan emeğine pek gerek de kalmayacak. O yüzden “ne kadar az insan o kadar iyi”anlayışı yayılıyor, uygar (ve bazılarına göre seçilmiş) olmayanların, boş yere yer işgal eden, oksijen tüketenlerin yok olmasının daha ehven olduğuna inanan alçaklar çoğalıyor. Kalbinde merhamet, kafasında akıl kalmış olanlar tekno-otoriteryanizm, tekno-faşizm gibi kavramlar üreterek tüm bunları anlamaya ve bir direniş cephesi oluşturmaya çalışıyorlar.
Didem Madak’ın Varlık Dergisi’ne verdiği söyleşiden bir kısım geldi, şöyle demişti: “Ben çoğumuzun dünyaya biraz dalgın baktığını görüyorum. Hepimiz birbirimizin dalgınlığında kayboluyoruz. Sanırım tüm dünyayı işgal etti dalgınlık, şimdi de iktidarda…Bizler şanssız şairleriz aslında, hepimiz bu dalgınlıkta kaybolacağız. Bu çağdan bir Şeyh Galip çıkmayacak. Bize ‘çok alametler belirdi’ dışında bir şey söyletmeyecek bu çağ. Ben sadece açıkça görünen bu durumu kabulleniyor ve istiyorum.”
Müthiş… Şairler için geleneksel dünyada aynı cümleyi kuramayız ama günümüzün bilgeleri onlar…
Kaynak: Cins Dergi, Ekim 2024