İnsanlık küreselleşerek can çekişirken…
Bakmayın psikolojiyle meslek olarak ilgilendiğime, 35 yaşıma kadar hasta ve mezar ziyareti yapamadım. Yakınları vefat eden insanlara baş sağlığı dileyemediğim için onlardan uzak durmayı yeğledim. Bunları başarabilmem için çok çabalamam gerekti. Baştan sona acılarla, ölümle ve matemle uğraşan “Hoşçakal” kitabını yazmak da bu çabanın ürünüydü. Benzer bir güçlüğü 20 yıldan beri giderek yoğunlaşan mülteci (vatanlarından gönüllü ya da gönülsüz ayrılmak zorunda kalan insanlara verilen tüm adları bu sözle ifade edelim bu seferlik) haberleri karşısında yaşıyorum. Bir kamyonet kasasında sıkış tepiş insanların yakalandığı ya da boğulduğu, Akdeniz’de bir botun ya da teknenin battığı haberleri birçokları gibi benim de tahammül sınırlarımın çok ötesinde.
Bu çok çetrefil meseleyi sakince ama aynı ölçüde hassasiyetle konuşmamız lazım ama kendimi çok aciz hissettiğim için müsaadenizle bir büyük ustanın, Zygmunt Bauman’ın yardımına müracaat edeceğim. 9 Ocak 2017’de 93 yaşında vefat eden Bauman, yaşadığı süre boyunca bu sorunla ilgilendi, asla insani duyarlılığı elden bırakmadı. Meseleyi ortak insanlık davası olarak gördü, insan kardeşlerine her zaman sahip çıktı, onları anlamaya çalıştı. Yazımın geri kalanını, ola ki bazılarını insaniyete ve sağduyuya yaklaştırır diye, üstattan alıntılarla sürdüreceğim, Ölümünün 2. seneyi devriyesinde onu minnetle anıyor, toprağı bol olsun diyorum.
“Modern dönemde kitlesel göç yeni görülen bir şey ya da bir kerelik olağanüstü koşullar dizisinin tetiklediği münferit bir olay değildir. (Modern-EG) düzen kurma ve ekonomik ilerleme çabaları, etkileri itibarıyla ‘gereksiz insan’ imalathanesi gibi işleyerek bulundukları yerde istihdam edilemeyip bir fazlalık oluşturan, bundan dolayı da evlerinden uzakta bir sığınak ya da umut verici yaşam fırsatları aramaya zorlanan ‘gereksiz insanlar’ üretir… Avrupa gezegenin yegâne ‘modern’ kıtası olduğu süre boyunca, kendi gereksiz nüfusunu henüz ‘pre-modern’ olan ülkelere boca edip durdu. Sömürgeci emperyalizmin altın çağında, sömürgeci yerleşimcilere, sömürge yönetimimin askerlerine ya da üyelerine dönüştürülüp Kuzey ve Güney Amerika, Afrika ya da Avustralya’ya göç eden Avrupalı sayısının 60 milyona vardığına inanılıyor. Ne var ki, 20. Yüzyıl’ın ortalarından başlayarak göçün yönünde U dönüşü gerçekleşti: Merkezden dışarı doğru göç yerini merkeze doğru göçe bıraktı. Fakat bu sefer göçmenler silahlı değildi, varmaya çalıştıkları ülkeyi fethetme amacı da gütmüyorlardı. Post-kolonyal çağın göçmenleri miras aldıkları, fakat eski sömürgecilerinin teşvik ettiği muzaffer modernizasyon tarafından şimdilerde yıkıma uğratılmış olan varlıklarını idame ettirme yol ve yöntemlerini bırakıp sömürgecilerin iç ekonomilerindeki boşluklarda yuvalanma fırsatlarının peşine düştüler, düşüyorlar… Michel Agler, güncel hesaplamaların önümüzdeki 40 yıl içinde 1 milyar ‘yurdundan ayrılmış’ insan öngördüğü uyarısında bulunuyor: ‘Sermayenin, metaların ve imgelerin küreselleşmesinden sonra, nihayet sıra insanlığın küreselleşmesine de geldi.” (Retrotopya, s.79-80; çev. A. Karatay, Sel Yayınları)
“Hiçbir devlet, milyonlarca evsizin akınına hoş bakmayacaktır. ‘Yeni ve kalıcı hale gelmiş geçici’ mekânlarında mülteciler ‘oradadır’ ama oralı değil’dir… Zamanın durma noktasına geldiği, mekânsal bir boşlukta alıkonulmuşlardır tarifi imkânsız bir hal içindedirler… Bizim gibi insanlar arasında, sadece dokunulmaz değil, düşünülmez, tahayyül edilmez kişilerdir… Tam anlamıyla yarını düşünmeden yaşarlar. Ve yaşadıkları şeyleri, bu günlerin aylara ve yıllara dönüşeceği bilgisi hiç etkilemez… Genelde, o ortamın tanımladığı, sürdürdüğü ve yeniden ürettiği kimliklerden soyutlanırlar. Toplumsal açıdan ‘zombi’dirler. Eski kimlikleri birer hayalete dönüşerek varlıklarını sürdürür…
Yerleşik nüfus kendisini ne kadar çok tehdit altında hissederse, ‘aşırılıkçı illüzyonlara ve öğretisel bir katılığa’ kapılma ihtimalleri o kadar yükselir. Nitekim mülteci akınıyla karşılaşan yerleşik nüfusun, kendisini tehdit altında hissetmesi için sağlam gerekçeleri vardır. Yabancıların temsil ettiği ‘büyük bilinmezliğin’ dışında, mülteciler oraya uzaktaki savaşın gürültüsünü, parçalanmış evlerle yanan kentlerin kokusunu taşırlar. Bunlar oradaki yerleşik düzene güvenli ve aşina oldukları rutinin yarattığı kabuğun kolaylıkla parçalanıp ezileceğini onlara hatırlatan şeylerdir…” (Kuşatılmış Toplum, s.161; çev. A. E. Pilgir, Ayrıntı Yayınları)
Son olarak küresel sorunların, küresel çözümler gerektirdiğine inanır Bauman. “İstediğiniz kadar göçmenleri Avrupa’da, Afrika’da ya da Asya’da kurulmuş kamplara kapatın ya da Akdeniz veya Pasifik sularında ölüme terk edin, sonuç değişmeyecektir” der. Korkarım, büyük ustayı ülke olarak Türkiye’den ve dünyada sayıları giderek azalan vicdanlı insanlardan başka duyan yok.
Kaynak: Yeni Şafak