İnternette hayat klonlanıyor!
Son çeyrek yüzyılın en belirgin ve belirleyici görünümü enformasyon teknolojilerindeki gelişmeler… “Teknolojik ilerleme”, “devrim” gibi tanımlar artık neredeyse sadece bu alana has olarak kullanılıyor. 4,5 G’den sonra ileride birçok başka G’ler geleceğinden, son sürümüne henüz ulaştığımız teknolojinin zaman geçtikçe yeni sürümlerinin ortaya çıkacağından adımız gibi eminiz. Enformasyon teknolojilerindeki mühendislerin, süreci yöneten firmaların ellerine bırakmış durumdayız geleceğimizi. Bırakın bizi, akademiye, siyasete bile fikrini soran danışan yok. Enformasyon teknolojilerindeki her yeni adım, medyadan sunuluyor, bize sadece gidip satın almak, hava atmak ve dedikodusunu yapmak düşüyor. Boşuna “teknomedyatik dünya” demiyoruz.
Mühendislerin biçimlendirip yön verdiği bu dünyada olup bitenlere akıl sır erdirmek bir yana izleyemiyor bile beşeri bilimlerde, psikolojide çalışanlar… Herkes gibi onlar da öylece bakıyor, mühendislerin çekip çevirdiği dünyada tutunmaya çalışıyorlar. “Post-modern”, “post-yapısalcı” gibi adlar altında üretilemeye çalışılan bilgi, çoktan kesinlikten, güvenilirlikten vazgeçti. Muğlâklık, belirlenemezlik, “o da olur bu da” türü şeyler, anlaşılmazlığın esas alındığı bilgi yığını “bilim” diye sunuluyor. Alan Sokol ve Jean Bircmont’un “Son Moda Saçmalar: Postmodern Aydınların Bilimi İstismar Etmesi” gibi feci şekilde dalga geçen kitaplar yazılmasına rağmen kendilerine bir türlü çekidüzen vermiyorlar, daha doğrusu veremiyorlar.
Beşeri bilimlerde ne kadar muğlâk, sisli bir görünüm varsa, mühendislik ve genetik alanında aynı ölçüde kesinlik ve gelecek öngörüsü var. Evrim teorisinin yeni versiyonu olarak sunulan “sosyobiyoloji” bile çok kısa sürede demode hale geldi; bugün artık genetik müdahalelerle ortaya çıkacak yeni toplumdan “biyososyoloji”den bahsediyoruz. Robotlardan değil, basbayağı insanın kopyalanmasından söz ediyoruz…
Lafı uzatmayayım, teknomedyatik dünyada direksiyonda mühendislerin aklının ve bu akla hükmeden iktidar ve sermaye gücünün egemen olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bu belirleme, attığımız her adımda aklımızın bir köşesinde durmalı. Teknomedyatik dünya üzerinde kafa yormaya bunu bilerek devam etmeliyiz.
Teknomedyatik dünya, bir denizi andırıyor; belki de onun uçsuz bucaksızlığını belirtebilmek için okyanus, umman demeliydik. Buraya girildiğinde bir daha çıkılmıyor. Hepimiz biliyoruz ki, kendimizi giderek bu ummana bırakacak, onun bir parçası olmaya çalışacağız. Bizim özel bir gayret göstermemize hiç ihtiyaç duymaksızın umman zaten bizi kendine uyumlu canlılar haline dönüştürecek. Biz ne olduğunun daha farkına bile varmadan, sunulanların bizim için en iyisi olduğuna bizi inandıracak. Biz sadece yeni sürümlerin peşinde koşacağız, tek vazifemiz bu olacak…
Teknomedyatik dünyanın temeli olan enformasyon teknolojilerinin başyapıtı, sanallık… Önceden telgraf, telefon gibi aygıtlarla haberleşmemizi kolaylaştırıyor diye sevindiğimiz, bu nedenle sevdiğimiz enformasyon teknolojileri, şimdi kolaylaştırma amacını çok ama çok aştı, yüz yüze iletişimin yerine ikame, aynen ona benzeyen yeni bir iletişim tarzı inşa ediyor. Sesleri, görüntüleri sadece en hızlı biçimde taşımıyor; dilerse(k) onları depolayıp, istediği(miz) kadar büyütüp küçültebiliyor ve hatta değiştirebiliyor(uz). İster internet ortamı, ister dijital ortam veya “siber-alan”, “siber-uzay” gibi adlar verelim, karşımızdaki, içimizdeki, dışımızdaki, her yerdeki bu iletişim ortamı, görüntü olarak sunmaya çalıştığının aynısı olmaya çalışıyor, bu anlamda “gerçek” ama hepimiz biliyoruz ki, “hakikatin ta kendisi” değil. Karagöz oyunundaki şahsiyet sembolleri nasıl hayal perdesindeki temsiller ise, onlar da bizim hayal dünyamızdaki temsillerimiz. O yüzden bu yeni iletişim ortamına “sanal” diyoruz. Ama haksızlık etmeyelim, Karagöz oyunundan farklı olarak buradaki oyunun senaryosunda bizim hakiki hayatımızın payı büyük. Karagözcü kadar biz de senaryoda pay sahibiyiz.
Sanallık, gün geçtikçe daha çok hayata benzeyen ortamlar sunuyor, biz o ortamları “hayat” olarak algılıyoruz. Sanal ilişkiler artan bir hızda olağanlaşıyor, eski yüz yüze iletişime eklemleniyor, onun bir parçası oluyor. İnternet hızlandıkça hızlanıyor, hız reklamın en çarpıcı yanını oluşturuyor. İnanılmaz bir süratte yaşadığımız ortamın tıpkısının aynısı denilen formları, sadece bizimkileri değil bize iletilen diğer bilişim materyallerini de karşımızdaki insan(lar)ın dijital ortamlarına aktarabiliyoruz. İnternetin her gün biraz daha fazla hayata benzediğine, hayatı bize getirdiğine inanıyoruz. Hayat internetleşirken, internet hayatlaşıyor. Genetik, çaktırmadan insan kopyalamaya çalışırken, internette hayat klonlanıyor.
Kaynak: Yeni Şafak