İş kazalarına sıfır tolerans!
Soma maden faciası, tüm ülkeyi yasa boğdu. Travma ve hüzün tarihimize kocaman bir çentik açtı. Ateş düştüğü yeri yakmakla, geride bu olayın etkisini ömürleri boyunca taşıyacak, “maden”, “kömür” “kara” dendiğinde acıları tazelenecek, rüyalarında dahi özlemlerin, hıçkırıkların tekrar edip duracağı yetimler, eşler, analar, babalar, akrabalar, hısımlar, dostlar bırakmakla kalmadı. Feryadı duyan, faciaya bir biçimde tanık olan hepimizin ruhlarına acıdan bir hisse düştü. Sadece acı olsa hissemiz neyse, dağ gibi sorumluluklar, vicdan azapları da var. “Bizim Soma”daki özel şirket madenindeki faciadan dolayı ne günahımız olabilir, niye vicdan azabı duyalım?” deyip kenara çekilmeyin! Elbette faciada hırsıyla, ihmaliyle doğrudan pay sahibi olanlar, elinde gidişata müdahale edebilecek imkânları olan yöneticiler, iktidarıyla, muhalefetiyle siyasiler, sendikacılar kadar değil ama aynı tarihsel kesitte bu ülkede yaşayan irade sahibi herkese biraz pay çıkar bu bölüşümden.
İnsanların, toplumların psikolojileri, bazılarının sandığı gibi işlemiyor. “Acı patlıcanı kırağı çalmaz” sözünün psikolojiler için hiçbir geçerliliği bulunmuyor; tam tersi doğru. Ne kadar çok travmayla, acıyla karşılaşıyorsak psikolojimiz alışmak yerine her seferinde daha çok yaralanıyor. Çare bulamadığımız, rehabilite edemediğimiz, matemini yaşayamadığımız her bir travmatik olay, kişiler arası ilişkilerimizi bozuyor, şiddete ve fanatizme katkıda bulunuyor, dahası kimliğimize yapışarak bizden sonraki nesillere bile aktarılıyor.
O halde lütfen “bu da gelir bu da geçer ağlama” diye birbirimize teselli vermekle yetinmeyelim. Bu faciadaki payımız, sorumluluklarımız üzerine düşünelim. Travmanın etkilerini, komplikasyonlarını en aza indirebilmek, utancımızı, vicdan azabımızı hafifletebilmek için neler yapmamız gerektiği konusunda kafa yoralım. Başımıza gelen bu musibetten dersler çıkaralım.
Büyük felaketlerde matem tepkileri de büyük olur. Hepimiz matem diliyle konuşmalı, yapamıyorsak acımızı belli edecek bir ifadeyle yetinmeliyiz. Duygusal bir girdabın, öfke ve kabullenme güçlüğünün olduğu bir tabloda provokasyon çıkarmanın kolaylılığını hesaba katmalı, yangına körükle gitmemeliyiz. Travmanın etkilerini azaltmak ve kronikleşmesini önlemek için sorumluların mutlaka bulunacağı, yaraların sarılması için her türlü tedbirin alınacağı söylenmeli ve kararlılıkla yapılmalıdır. Sorumluların bir an önce bulunması ve gereğinin yapılması, travmanın etkileriyle baş edebilmek için sosyal ve ekonomik desteklerden dahi daha önemlidir. Büyük felaketlerde başımıza gelenleri işin tabiatına, kadere bağlayarak kolay yolu tercih etmemeliyiz.
Kadere inanmak, başımıza gelenleri Yaratıcımıza isyan vesilesi haline getirmemek gerektiği konusunda hiçbirimiz diğerimize ders verecek durumda değiliz. Özellikle ocağına ateş düşmüş insanların bizim repliklerimize değil kardeşçe tesellimize, her daim yanlarında olacağımızı bilmelerine ihtiyaçları var. Anadolu insanı, sabrın ve tahammülün insanıdır. Kadere, hayır ve şerrin Allah”tan geldiğine iman eder ama Allah”ın insana cüzi irade bahşetmiş olduğunu da bilir. O cüzi iradedir ki, Hz. Peygamber (asv)”in, “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” demesine sebep olmuştur. İnsanımız, “Kendinizi elinizle tehlikeye atmayın. İşlerinizi iyi yapın” (Bakara/195) diye buyuran Yüce Allah”ın tedbiri elden bırakmamamızı bizden istediğinin farkındadır.
İş kazaları ve iş güvenliği konularına gelince… Lafı eğip bükmeyelim. Ak Parti”ye millet hemen her alandaki başarıları, liderine yüksek itimat telkin eden tutumları nedeniyle teveccüh gösteriyor ve tuzaklara rağmen bu tavrında kararlı ve ısrarlı. Ne var ki, Ak Parti Hükümetleri üstün başarısını işçi sağlığı ve iş güvenliği alanlarında açık biçimde gösteremedi. Milletin böylesine teveccühünü kazanmış ve Ak Parti İstanbul İl Yönetimi”ndeki kardeşim Yavuz Değirmenci”nin ifadesiyle, “işkenceye sıfır tolerans” diyerek işkenceyi önlemiş bir iktidar, iş kazalarına karşı da sıfır toleransla hareket etmeli, ne gerekiyorsa çekinmeden yapmalıdır.
Tamam, enerji problemimiz var, petrolümüz yok, Batılılar gibi su zengini değiliz, nükleer enerji santralleriyle de dolu değil ülkemiz. Kömüre mecbur olduğumuz söylenebilir. Hepsini anladık ama lütfen siz de artık kömür için tek bir evladımızı kaybetmek istemediğimizi anlayın. “2012”de dört dörtlük bir iş güvenliği yasası çıkardık, yakında taşeronluğu da kaldıracağız” demenin ötesinde bir şeyler yapın. Bu millet, dünyanın en büyük kömür madeni kazalarıyla anılmak istemiyor. 3 Mart 1992″de Kozlu grizu faciasında 263 canımız vefat etti. O zaman da neler söylendi neler… Birisi bize niye 20 yıl içinde dünyanın en büyük iki kömür madeni kazasının bizde olduğunu, 1992″den beri neler yapıldığını tane tane anlatsın.
İş kazalarını önlemekte başarısız olduğumuzu kabul etmek, özeleştiri yapmak, hem bundan sonra alacağımız tedbirlere hem de yeni Türkiye”de insan ve işçi haklarına en az Batılı ülkeler kadar riayet edileceğine güven duyulması için gerekli. Şart…
Kaynak: Yeni Şafak