İslam: Uğrunda yaşamaya değer olan her şey
1990’lar Yugoslavya’sında yaşananlar, bir bakıma 1940’lar Yugoslavya’sının tekrarı gibidir. Tüm bunları keskin hafızasına kaydeden cesur, genç Aliya, neler olacağını bildiği kadar ne yapması gerektiğini çok erken yaşlarda düşünmeye başlamıştır, hem Yugoslavya hem ve daha çok kendi Müslüman toplumu için.
“Hapiste Mart 1946’dan Mart 1949’a kadar üç yıl geçirdim… 60 veya 70 yıllık bir ömür içinde üç yıl, bin gün ve bin geceden daha fazla bir şeydir…” Tarihte önemli roller üstlenmiş birçok insanın biyografisinde, hayatın olağan akışına ara verilen bir moratoryum dönemi olduğu görülür. Aliya’nın zihni de üç yıl boyunca, geçen zamanla ölçülmeyecek kadar hızlı ve yoğun bir işleyiş göstermiş, cesaretinin sınanacağı zorlu koşu hattını belirlemiştir.
Einstein, Newton’un varsayımlarını değiştirdi. Evren eğik, zaman ve mekân göreliydi, madde ve enerji de sabit değildi. Atom bombası, ileride, bu inanılmaz nosyonların doğruluğunu kanıtlayacak ve bizleri de görelilik çağına sokacaktı. Ben bunun zamanın ruhu üzerinde güçlü bir etkisi olduğuna inanıyorum. Yaygın kabul gören bazı değerler de görelileşmişti. Daima iki farklı tarihsel çağda yaşamış olduğuma dair hisler beslemiş olmamın nedeni de budur; gençliğimi bir tarihsel çağda, olgunluk yıllarımla yaşlılık dönemimi de öncekinden çok farklı başka bir çağda…”
Aliya’nın biyografisinde en dikkat çekici hususları, Avrupa’nın orta yerinde, kapitalizmle komünizm arasında sıkışmış bir toplumda, Osmanlı kök ve geçmişine sahip bir Müslüman olmanın özelliklerini dikkatli bir gözlemci hemen fark eder ama iki çağı aynı anda yaşadığını fark etmek ancak Aliya gibi dâhilere mahsus bir nitelik… Öyle sanıyorum ki, Aliya ile aynı okul sıralarında yetişmiş, çalışkan ve yetenekli bazı arkadaşlarından fizik, kimya okuyanlar, bu alanlarda en yüksek akademik seviyelere yükselen vardır ama onlardan herhangi birinin iki çağı aynı anda yaşadığına dair bir çıkarımda bulunabildiğini aklımdan bile geçirmiyorum…
Biz mesleki olarak insanın doğup büyüdüğü ortamla kişilik özellikleri ve yaşadıkları arasındaki bağlantılardaki küçük hikmetleri bulmakla mükellefiz. Oysa Aliya, çok daha derindeki büyük hikmetin peşinde… “Kimse hayatta kalmak için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilemez. Eğer 1946’da tutuklanmamış olsaydım –ki ben ve etrafımdakiler bunu büyük bir talihsizlik olarak kabul etmiştik- 1949’da ben tutuklandıktan sonra örgüt içinde benim yerimi alan Halid Kajtaz gibi öldürülmüş olacağım hemen hemen kesindi… İnsanlar başka bir şeye niyet etmişlerdi ama Allah tümüyle farklı bir şey ihsan etmişti.” Başına gelenleri böylesine güzel okuyan, mütemadiyen musibetlerdeki hayrı görmeye çalışan çok az insandan birisidir Aliya…
Aliya’nın hayat hikâyesinde en şaşırmadığım, mutlaka buna dair cümleleri olacağını bildiğim konu aşk idi… “Mahkûmiyetimi tamamladıktan kısa bir süre sonra, 18 yaşımdan beri tanıdığım bir kızla evlendim. Halida çok güzeldi, ki aynı şey benim için söylenemezdi. Savaş sırasında tanışmıştık ve hava saldırısını haber veren sirenler ne zaman çalsa bir araya gelirdik… İnsanlar panik halinde mahzenlere ve hava saldırısı sığınaklarına doğru kaçışırken Halida ile ben, bize bir şey olmayacağından emin, bir taşın ya da en yakındaki bir parkın üzerinde oturuyorduk. Kuşkusuz ikimiz, kentte hava saldırısı sirenlerini duyduğunda mutlu olan yegâne kişilerdik.”… Aliya’nın en haklı çıktığı konulardan birisi de Halida ile aşklarına bir şey olmayacağı hakkındaki eminlik hissiydi. Onların aşklarına kesinlikle hiçbir şey olmadı. Tam tersine o aşktan, Yugoslavya Müslüman toplumu ve Bosna-Hersek için gece gündüz uğraşan bir şevk çıktı. O aşk, efsanesini nesiller boyu sürdürmek için evlatlar ve torunlar verdi. Aliya’nın annesine aşkı, Halida’ya aşkıyla devam etti. O, Bosna-Hersek ordusundan önce kızları ve kız torunlarının “kadın gücü”yle kuşatılmış ve bu hayırlı gücü çok sevmiş, kadınları ve yaşadıkları güçlükleri onlar sayesinde anlamıştı. Onlar için mücadeleye, onlar için mücadele demek olan anavatan için mücadeleye karar vermişti.
Aliya, kendisini fiziki olarak pek beğenmezdi. Bu his, muhtemelen, babasının fiziki özrüyle, Aliya’nın hiçbir zaman kendisini onun önüne koymak istememesiyle ilgili. Aliya, kendisini daha ziyade “adanmış bir bağımsız ruh” olarak görüyor. Sanıyorum sadece kendisini böyle görmekle kalmıyor, ideal erkek davranışının da böyle olduğuna inanıyor. Bu fikrimin en büyük kanıtlarından birisi, şimdi partisinin ve Bosna-Hersek’in başında bulunan, hatıratında neredeyse bahsetmekten özellikle kaçındığı, oğlu Bakir ile ilgili söyledikleri… “Eğer beni dinleyeceğini düşünüyorsanız yanılırsınız. Benim gibidir; istediğini yapar.” İdeal erkek davranışını, “adanmış bağımsız bir ruh” gibi davranmakta gören Aliya’nın bu bakışı, kimilerine, onun erkeklere mutluluğu çok gördüğü gibi gelebilir. Hayır, tam tersi, Aliya, bir erkeğin ancak böyle davrandığında mutlu olacağı kanaatindedir. “Kendilerine deliliğin bulaştığı insanlar, mutludurlar. Ben de onlardan biri olduğumu düşünüyorum.”
Aliya, 1983’te İslami Deklarasyon davasında söylediği şu sözlere, gençliğinden gözlerini hayata kapatana kadar inandı ve bağlı kaldı: “Bu itibarla beyan ederim ki: Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam, benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.” Allah rahmet eylesin, mekânın cennet olsun, büyük lider!
Kaynak: Yeni Şafak