İslam ve Batı, Şerif ve Derrida
Bugün her şeyden önce ilerlemeyi vadeden bir devrimin hatta birçok devrimin; tehditlere ve kişilikleri yok eden politikalara dönüştüğünü gördüğümüz için, ayrıca bizim insan tanımımızın tamamen göz ardı edilmesinden dolayı hayrete düşmüş durumdayız… Evrensel demokrasi ve diyalog kavramları güçlü olanlar tarafından mide bulandıracak kadar çok tekrarlandı ve artık anlamını yitirmeye mi başladı?… Farklılıklar ilkesi ve başkalığa saygı medeniyetin esasıdır… Farklı olma hakkının gittikçe daha az verildiği bu rahatsız edici dünyayı yeniden düşünmek, göz ardı edilemez bir zorunluluktur…
Modernite kaçınılmaz. Ama modern akıl, hayat sorunsalını açıklamada ciddi sorunlar yaşıyor… Bizim üzerimize düşen, onu eleştirmek ve düzeltmek, doğrultmak ve bizim çıkarlarımıza, değerlerimize ters düşer göründüğü zaman onu uyarmak… Aslolan modernite ve gelenek, birlik ve çoğulluk, modern bilimsel yararcılık ve bir toplumu inşa eden ahlaki değerler arasındaki ilişkidir… Kendi köklerimizi kaybetmeden nasıl modern olabiliriz? Rasyonalitenin tehlikeleriyle yüz yüzeyken nasıl uyanık olabiliriz? Ekonominin, neo-liberalizmin veya adalet prensibini yok eden kar için karın egemenliği dediğimiz şeylerin anlam düzeyinde dinin gündelik hayattan çıkarılmasıyla veya en azından tek tanrıcılığın mirası olan ahlakın sona ermesiyle, etiği ve kimliği yok eden bu durumla nasıl başa çıkabiliriz? Sonuç olarak, modern Batı’nın alameti farikası olan, dengesizliğin ve ciddi problemlerin kaynağı olarak görülen ‘sekülarizm, bilimcilik ve kapitalizm’ üçlüsüyle nasıl yüzleşmeliyiz?…
İslam, Batı’da tam bir bilinmeyen… İslam, hem apolitiklik hem de aşırı politiklik; din ile siyasetin pek çok seviyede birbirinin içine girmesinden dolayı suçlanıyor… Modernlik dini nötrleştirdiği hatta hayattan kopardığı gibi politikayı da hayatın dışına itiyor. Oysa bu ikisi, hayatımızın iki temel parçası. Bu ikisi ne birbirine karıştırılmalı ne de izole edilip marjinalleştirilerek hayattan koparılmalı.
İslam, Kuzey’den esen aşırı sekülarizm ve din karşıtı hassasiyet rüzgârının Güney’in varlığını tamamen metalaştırmasına karşı verilen direnişin son kalesidir… Diğer tek tanrılı dinlerle ortak noktaları olmasının ve evrensel medeniyet dediğimiz şeye geçmişte katkıda bulunmasının yanı sıra İslam’ın kendisine has değerinin de hakkını vermek, onları muhafaza etmek ve hayata geri döndürmek zorundayız. Çünkü bize göre İslam eşsiz ve benzersizdir… İslam, kesinlikleri sorgulayabilen ve hala inşa edilmekte olan yeni bir evrensellik binasına kendi taşlarıyla katkıda bulunabilen atipik bir partnerdir… Bizim hareket noktamız, ortak paydamız Kur’an’da kırk beşten fazla yerde geçen ‘makul bir akıl ile akletmek’tir.”
Bu sözler, Cezayirli siyasetçi ve düşünür Mustafa Şerif’e ait. İslam-Batı ilişkisinin kendini içinde bulduğu çıkmaz sokağa girmesine izin veren kafa karışıklıklarının ötesine geçme, diyalog oluşturmaya çalışma diye nitelediği, 2003’te Paris’te yapılan bir kolokyumda söylemiş. “Birlikte yaşama” ana temalı kolokyumun konukları arasında ünlü filozof Jacques Derrida da var.
Yapı-sökümü yöntemi ve fark’ın önemine işaret etmesiyle son zamanların en parlak Batılı düşünürleri arasında sayılan Derrida, 1949’da 19 yaşındayken ülkesinden ayrılmış bir Cezayir Yahudisi. Cezayirli ve Akdeniz çocuğu olmayı çok önemsiyor, pankreas kanseri olduğu haberini aldığı gün bu kolokyuma katılmış. “Başka bir toplantı olsaydı, katılma azmini kendimde bulamazdım… Bugün burada bir Cezayirli olarak konuşmak istiyorum” diyen Derrida’nın bu toplantıda söyledikleri hem çok önemli hem de belki kâğıda dökülmüş son düşünceleri. 15 ay sonra vefat etmiş. Mustafa Şerif, Derrida’yı dini küçümseyen değil, din hakkında yeni bir söylem geliştiren büyük bir filozof olarak niteliyor ve her fırsatta saygıyla anıyor. Kendi söylediklerini ve Derrida’nın ona cevaplarını eksen alarak “İslam ve Batı Üzerine Bir Konuşma” kitabını hazırlamış. Birçok verimli tartışmaya kaynaklık edebilecek bu çalışmanın tercümesi, geçenlerde Timaş Yayınları arasından çıktı.
Derrida, konuşmasını, “Klasik Batı, Yahudi-İslam-Hıristiyan ve Yunan-Arap olduğu halde biz onu Yunan-Roma ve Yahudi-Hıristiyan geleneğine ait olduğuna inandırıldık. İbrahim’in oğulları birlikte yaşamaları gereken bir anda birbirleriyle karşı karşıya gelmek gibi bir tuzağa düştüler” fikri ve her türlü fark’ın birlikte yaşayabilmesi esasına dayalı “gelecek demokrasi” perspektifi etrafında örüyor. İslamofobinin zifiri karanlığının Batılı kitlelerin zihnini giderek örttüğü bir sırada, İslam hakkındaki önyargıları Derrida’nın düşüncesi etrafında ortaya sermek, birlikte yaşamanın bundan böyle nasıl olabileceğine kafa yormak için Mustafa Şerif’in çalışması önemli bir fırsat…
Kaynak: Yeni Şafak