İslam’da matem var mı?
Dini inanç ve motifler, ölüm ve matem sürecinin her aşamasını ve her noktasını belirliyor. Öyle ki yaşamı boyunca dini yaşantıyla uzaktan yakından ilgisi olmayanlar bile, bir yakınlarını kaybettiklerinde, bir cenazeye gittiklerinde kendilerini dinin içinde buluverir, manevi atmosferin egemen olduğu yasları sırasında ilgilerini dini uygulama ve söylemlere yoğunlaştırırlar.
Ölümle başa çıkmada, acılarımızı hayata anlam kazandırma yönünde dönüştürebilmenin payı büyük. Bunda başarılı olma düzeyimiz, değer dünyamız, dünya görüşümüz ve anlam haritalarımızla doğru orantılı. Dini inançlar; dayanışma, iyimserlik, umutlandırma gibi işlevlerinin yanı sıra, ölüm-ötesi hayat konularında görüş bildirme, sabretmeyi önerme ve Yaratıcı’ya güvenme gibi olumlu ruhsal potansiyeller içeriyor. Matem sürecinin sağlıklı işleyişine de bu potansiyeller katkıda bulunuyor. Ama sürecin sağlıklı biçimde seyretmesine engel olabilecek dini alanda kimi marjinal yaklaşımlar da var. Ülkemizde bu tür yaklaşımların en bilineni, “günah” diye matem sürecinin engellenmeye çalışılması. Bu tutum, gerekçesini bazı hadislere dayandırıyor. “İslam dininde matemin yeri” başlıklı bir tartışma, şüphesiz bizim asıl konumuz olamaz. Ancak psikolojik çalışmalar, sağlıklı bir matem sürecinin, kaybın açtığı yarayı onarma ve kişisel olgunlaşmaya vesile olduğunu ortaya koymuşken, yanlış anlamalar konusunda sanıyorum bize de küçük bir söz düşebilir.
İslam Peygamberi’nin (sav) “Ölü için yüksek sesle ağlamak, siyah elbise giymek, siyah perdeler ve rozetler, işaretler asmak caiz değildir” dediği, matemlerini gerekçe gösterip elbisesini yırtan ve bağırıp çağıran insanları kınadığı, ölü için yüksek sesle ağlamanın ölüye sıkıntı vereceğini bildirdiği doğrulanmış bilgiler. Kimileri, Hz. Muhammed’in (sav) bu sözlerinden, İslam’da yas tutmanın yasak olduğu sonucuna varıyor, yakınlarını kaybeden insanların üç günden fazla kederlenmemeleri gerektiğini, eğer mevta eş ise, bu sürenin “en fazla dört ay on gün” olabileceğini söylüyorlar. İç dünyamızdaki onarıcı bir süreç engellenmek isteniyorsa, burada bir karışıklık olmalı ve var. Bu karışıklık, esasen “matem” sözünün çok-anlamlı olarak kullanılmasından kaynaklanıyor.
Bazı diller, kayıplar karşısında yaşanılan matem sürecinin farklı boyutlarını ifade edebilmek için değişik sözlere başvuruyorlar. Örneğin İngilizce’de, “bereavement” (kedere ve üzüntüye yol açan her türden kayıp), “grief” (bir yakının ölümünün ardından yaşanan yas) ve “mourning” (akrabalarını kaybeden insanların kaybın ardından yaşadıkları ve toplumsal ritüelleri olan matem ve taziye) sözleri yasla ilgili benzer ama farklı olguları ifade ediyor. Ama Türkçe’de tüm bu benzer durumları, aralarında bir ayrım yapmaksızın, “yas” veya “matem” sözleriyle ifade etmeyi yeğliyoruz. Karışıklığa neden olan, dinimizde kaybın ardından neyin yasak olduğunu anlamamıza güçlük çıkaran durum, buradan köken alıyor.
İslam dininde mateme, yas tutmaya ilişkin yaygın kanaat, İslam âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri, halkın da haklı bulup inandığı görüş, yukarıda naklettiğimiz sözlerden çıkarılan merhum için kederlenmeyi yasaklayıcı yorumdan çok ama çok farklı. Önce olgulara bakalım:
Hz. Muhammed’in (sav) sevgili eşi Hz. Hatice’nin ve amcası Ebu Talib’in vefat ettikleri yıla “hüzün yılı” dendiğini tüm tarihçiler kaydediyor. Peygamberimiz’in hem yakın arkadaşlarının hem çocuklarının vefatında gözyaşı döktüğü biliniyor. Kızı Rukiyye’nin ölümünde yanında ağlayan Hz. Fatıma’nın gözyaşlarını kendi eliyle sildiği de kayıtlara geçmiş. Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim’in ölümü üzerine gözleri yaşardığında, “Sen de mi ağlıyorsun?” diyen kimseye “Bu gördüğün hal şefkat eseridir… Göz yaşarır, kalp kederlenir. Biz ancak Rabbimiz’in razı olacağı sözleri söyleriz. Ey İbrahim, biz senin firakınla kederliyiz” dediği rivayet ediliyor. Yine Hz. Peygamber (sav), kızı Zeynep’in ölüm halindeki oğlu kendisine getirilince gözleri dolmuş, gözyaşlarını “Bu kalbin rikkatidir. Allah onu sevdiği kullarının kalbine koymuştur. O ancak yumuşak kalpli olanlara merhamet eder” diye açıklamış. “Müminin ölümüne gökler ağlar” hadisi de birçok acılı kalbe şifa olmuş. Hz. Muhammed’in (sav) kızı Rukiyye’nin cenazesinde ağlayan kadınlara müdahale etmek isteyen Hz. Ömer’e söylediği şu sözler, İslam’ın mateme bakışını olanca netliğiyle ortaya koyuyor: “Bırak ey Ömer! Cenazede şeytan anmasını size yasaklarım. Eğer ağlamak gözden ve kalpten gelirse, o, Allah’ın rahmetinin eseridir. Eğer dilden ve elden gelirse, dil bağırır, el de yaka paça yırtarsa, bu da şeytandandır.”
Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, İslam dininin kayıp acısı yaşayan insanlara karşı şefkatsiz ve kayıtsız kalacağı ya da sertlikle mukabele edeceği düşünülemez. Dinin varlık nedeni, insana bakışı, psikolojik gerçekliği en derinden kavrayışı, hep birlikte ele alındığında Peygamberimiz’in söz ve uyarılarının, dini inanışı zorlayacak, ona ters düşecek, Yaratıcıya isyana yol açan matem tepkilerine yönelik olduğu kolayca anlaşılacaktır. Yasaklanmış olan; İslam öncesi döneme ait ve İslam’ın temel önermelerine açıkça ters matem gelenekleri yoksa psikolojimizin doğal işleyişinin sonucu olan matem süreci değil. İslam, doğal ve onarıcı bir psikolojik süreç olan, matemin, kendisine değil; bunun “Yaratıcı’ya isyan” olarak yorumlanabilecek şekilde ritüelleşmiş boyutuna karşı…
Kaynak: Yeni Şafak