İyimserlik umut değildir!
İyimserlik, genelde işlerin iyi gittiği inancına ve dünyayı pembe gözlüklerle görmeye, sürekli her durumdan hoş sonuçlar beklemeye dayanır. Gerçekliği esas alan, yapılması gerekeni anlamaya çalışan, gayret gerektiren bir sorumluluğu içermemesi nedeniyle umutla aynı şey değildir. Elbette iyimserliğe bir neşe, kötümserliğe ise kederli görünüm eşlik eder ama en nihayetinde ikisi de başlarına geleceklerden emin olma noktasında aynılık gösterirler. Kötümserlik, iyimserliğin ters çevrilmiş halidir.
Gabriel Marcel, iyimserliğin bir derinliği olabileceğini reddeder. Ona göre iyimserlik, en iyi ihtimalle umudun iflah olmaz bönlükteki yozlaşmış bir biçimidir. “Suratsızlığın maskeleyemediği hazdan beslenen bir kötümserlikte kendini hastalıklı bir biçimde duyuran bir konformizmin olması gibi iyimserlikte de katlanılmaz bir kırılganlık vardır. Kötümserlik gibi iyimserlik de nüanslara kör, tek renkli bir cila atar dünyaya.”
İyimserlik, emekle elde edilmiş, hayattan öğrenilmiş bir ahlaki erdem olmaktan ziyade kişinin elinde olmayan, doğuştan getirdiği bir mizaç halidir. Bardağın hep dolu tarafını görmekle temsil edilen yargı, gerçek durumla alakası olmayan tamamen keyfi bir değerlendirme olduğundan hakiki bir akıl yürütme de sayılmaz.
Umutlu kişi, iyimserden farklı olarak her şeyin ne pahasına olursa olsun mutlaka iyi neticeleneceğini varsaymaz. Gidişatın iç karartıcı olduğu hallerde bile umutlu insan, korkmadan gerçeklere bakar ve umudunu gerekçelendirir. Sahih umut, gerekçelere dayanır, niye güvenilir olduğunu açıkça ortaya koyar ve sanılanın aksine akıl ile bağlarını koparmamıştır, yanılabilir olduğunu kabul eder. Umut, akılla, iradeyle insanın nesi var nesi yoksa ortaya koyup onca problemin, engellerin, tuzakların arasından geleceğe açılan güzel bir yolu bulmak için araştırma, böyle bir yolun mutlaka olduğu azmiyle asla pes etmemedir. Umut, kederin olduğu kadar boş hayalciliğin de tam karşısında yer alır. Bizim çabamıza ihtiyaç duyar ama onu aşabilir de.
Bu demek değildir ki, umut sadece imkân dâhilinde olanı ister. Elbette yakın gelecekte olmayacağından emin olduğumuz, hatta mantıksız olduğunu bildiğimiz şeyleri de umut edebiliriz ama öyleyken dahi umut, saf iyimserlikten farklıdır. Bu yüzden insan iradesine vurgu yapan bir felsefenin sahibi olan Nietzsche, iyimserliği ‘zayıflara yakışan bir öğreti’ diye nitelerken, gerçek neşenin çaba ve titizlik gerektiren bir cesaret ve kendini aşma olduğunu vurgular. Umut, insanın kendine, inancına sadık kalması, bir azim ilkesi ve erdemidir. Oysa iyimser mizaçlı kişinin erdemli olma mecburiyeti bulunmaz.
Abartılı bir iyimserliğin ahlaken en olumsuz yanı, sonuçta bir iyiliğe vesile olacağı düşüncesiyle kötülükleri meşrulaştırmasıdır. Hayatı oyun gibi gören iyimser Polyannacılık, bu yazının hazırlanmasında çokça yararlandığımız Terry Eagleton’a göre, “karşımıza yeterince sert meydan okumalar çıkarmadığı için bize ahlaki kaslarımızı geliştirme fırsatı sunmaz… Hakiki bir umuttan bahsedebilmek için geleceğin şimdiye demirlemiş olması gerekir.” (İyimser Olmayan Umut, Ayrıntı Yayınları). Böyle bir bakışa sahip birisi olarak Eagleton, Hegel’in, Troçki’nin, Spencer’ın tarihe ilerlemeci bakışlarını komik bulur umudun biyolojik temellerini ortaya koymaya çalışan, eğer neşenin fizyolojik temelleri keşfedilirse bütün yurttaşların mütemadiyen mutluluktan mest olabileceklerini düşünen sözüm ona bilimsel anlayışlara da karşıdır. Umutlu olmanın stres dolu hayata karşı en iyi ilaç, umudun beynimizdeki aracı maddelerin, hormonların ve tüm biyokimyasal sağlıklı verilerin uygun düzeyde bulunmasını sağlayan bir hal olduğunu söyleyenleri, bir nevi umut hapı üretmeye çalışanları ‘şarlatanca’ diye değerlendirir.
İyimserliğin derinlikli olmasa da rasyonel olduğunu düşünen, yaşadığımız liberal kapitalist dünyayı tümüyle temize çıkarmaya çalışan Matt Ridley’in ‘Akılcı İyimser’ (Boğaziçi Üniversitesi Yayınları) kitabını da kalbura çevirir Eagleton. Kapitalist şirketler, başkalarının tüketimde bulunmasına yardımcı olan hayır kurumları gibidirler Ridley için. “Arabanızı çalıp kaçan hırsızın sizi yürümek zorunda bırakarak bel yağlarınızı eritmenize yardımcı olduğuna inanmanızı salık vermekten farksızdır bu… Modern insan, nefes kesici teknolojik ilerlemeye rağmen, neolitik atalarından daha yoğun çalışıyor, bunun temel nedeni Ridley’in hayranı olduğu teknoloji ve onun zorunlu kıldığı ilişki tarzı.” Eagleton’un liberal iyimserlik eleştirisi bana, “İnsana emeğinden gayrisi yoktur. Çalışmasının, gayretinin, emeğinin, halis niyetlerinin karşılığı da ileride görülecektir” (Necm/39-40) ayetini hatırlattı. Bu ayet dolayısıyla Karl Marx’ı eleştirimizi, emeğin önemini, arzu için çabanın şart olduğunu ilham eden ‘regaip’ sözünü analizimiz için şu yazımıza bakılabilir: http://www.yenisafak.com/yazar…
Kaynak: Yeni Şafak