İzzetbegoviç ve Topçu
Çoğumuz gibi ben de epeydir farkındaydım, rahmetli İzzetbegoviç ve rahmetli Topçu arasındaki benzerlik noktalarının. Daha önce başkaları yaptılar mı bilmiyorum ama Hece Dergisi’nin “Bilgemiz Aliya İzzetbegoviç” özel sayısında Mehmet Fatih Birgül Hoca’nın yazısı, münhasıran bu benzerliğe odaklanan ilk çalışmaydı. Aynı dergide Muhammet Enes Kala Hoca’nın İzzetbegoviç ve Sartre’ın özgürlük anlayışlarını kıyasladığı yazı da rahmetli Topçu’dan bir alıntıyla bitiyordu.
Arkadaşlar Aliya’nın psikobiyografisinin ardından müsaadenizle bir okuma önerim daha var: İzetbegoviç ve Topçu https://t.co/VANefA541t pic.twitter.com/VNUxRf8vJC
— erolgoka (@erolgoka) May 31, 2020
İzzetbegoviç ve Topçu’nun benzerlik gösterdiği noktalara ilişkin yapılacak değerlendirmeler, bizi bir anda çok yüksek noktalara sıçratabilir. Bu benzerlik araştırmaları, son dönem İslam düşünce dünyasında öne çıkan başka münevverleri de, mesela merhum Ali Şeriati’yi de kapsayabilir. İzzetbegoviç’in “Doğu ve Batı Arasındaki İslam”ı, Topçu’nun “İsyan Ahlakı” (ve Şeriati’nin “İnsanın Dört Zindanı”) arasındaki en göze çarpan benzerlik, “özgürlük”, “irade” ve “sorumluluk” vurgusudur. Batı düşünce dünyasına da aşina olan bu düşünürler arasındaki benzerliğin, onların beslendiği batılı düşünce kaynaklarının ortak oluşu olduğu ileri sürülebilir.
Gerçekten de ilginç biçimde onunla temas zamanlarından bu yana Müslüman münevverler, Batı düşüncesini bir süzgeçten geçirdiklerinde, çoğu aşağıya dökülüp tortulaşırken süzgecin üzerinde genellikle İmmanuel Kant, Henri Bergson ve Tanrıtanır varoluşçular (Pascal’dan Nicolai Berdyaev’e, Sören Kierkegaard’tan Gabriel Marcel’e ve Rollo May’e) kalıyor. Heidegger ve tilmizleriyle, Karl Marx’ı ilahiyatla bağlandırmaya çalışan bazı kimselerin de süzgeçten aşağıya dökülmelerine razı olmayanlar da epeyce bir yekûn teşkil ediyor. Beslendikleri batılı kaynaklardaki ortaklığa rağmen İzzetbegoviç ve Topçu’nun “özgürlük”, “irade” ve sorumluluk” üzerine hemen hemen aynı vurguları yapmaları ve batılılardan ayrışmaları çok tipik ve dikkate şayan. Öyle ki aynı kaynaklardan beslendikleri tezini iflas ettiriyor, kullandıkları süzgecin aynılığı daha öne çıkıyor. Evet, İzzetbegoviç ve Topçu (ve hemen tüm diğer Müslüman münevverler), karşılaştıkları Batı düşüncesini aynı süzgeçten geçirdikleri için geriye beslenebilecekleri ortak bir zemin kalıyor, dillerini ve tespitlerini benzeştiriyor. Söyleyene değil söyletene, üzerinde kalanlara değil süzgecin kendisine bakalım. Süzgeç, İslam’dır.
“İnsan cennetten çıkarıldığı andan beri kendisine verilen hürriyetten kurtulamıyor, iyilik ve kötülük dramının içinden dışarı çıkamıyor, hayvan veya melek gibi masum olamıyor. Kendi hürriyetini seçmeye ve kullanmaya, iyi veya kötü olmaya, tek bir kelime ile insan olmaya mecbur kalıyor. Bu seçme kabiliyeti neticesi ne olursa olsun kâinatta mümkün olan varoluşun en yüksek şeklidir.” “Tanrı yoksa insan da yoktur. İnsan yoksa mesuliyet de yoktur. Mesuliyet yoksa suç da yoktur. Öyleyse tanrı yoksa suç yoktur. Tanrı yoksa her şey mubahtır.” “İnsanın kendini tanıması ve hürriyetini en iyi şekilde yaşaması, Allah’ın varlığına iman etmesi ile mümkündür.” (İzzetbegoviç)
“Şahsiyet, insanın kendi benliğinin farkında olması ve ona bağlı bütün hareketler üzerinde hürriyete sahip bulunmasıdır… Benliğimizin asıl yapısını teşkil eden bu ruhi unsurlar, halde yaşadıklarımızdan ibaret değildir… Maziden gelerek halimizi harekete geçiren bu ruh kuvvetleri, gelmiş oldukları hızla orantılı olarak istikbalin hayatını meydana getirirler.” “Mesuliyet, hürriyetin benliğe nüfuz etmesiyle kendini gösterir; fakat hür olan iradenin belirleyicisi de yine mesuliyettir. İnsan hareketten önce mesuldür ama sadece hareket ettiği sırada hürdür.” “Varoluş, daima kendini geçmek suretiyle kendi kendini yapmaktır. Mütemadiyen kendi kendisini geçmede olan insanın bu ilerleyişte hedefi ne olabilir? Daha fazla oluş için atılışında ona istikamet veren kendisine bağlanmış bulunduğu mutlak varlığın hareketidir.” (Topçu)
Birbirlerinden habersiz oldukları halde İzzetbegoviç’e ve Topçu’ya aynı fikirleri ifade ettiren güç İslam’dır. Ama şu önemli soruyu da es geçmemeli. Peki, onlara Batı düşüncesi karşısında aynı sonuçlara ulaştıran dini gelenek, onları her konuda bir ve aynı yapıyor mu? Hayır. Mesela İzzetbegoviç, Bergson’un Yaratıcı Evrim anlayışına kendisini daha çok bağlı hissederken Topçu beğendiği Bergson’u özellikle özgürlük anlayışı konusunda eleştirmekten hiç geri kalmaz. İzzetbegoviç, modern bilimsel düşünceye daha yatkındır, bu yüzden tümellerin hakikati olmayan mantık kurguları olduğu kanaatindedir. “Topçu ise, hakikatin, ruhla eşitlediği ‘fikir/düşünce’den ibaret olduğuna o kadar emindir ki, nesnelerin bile şekil kazanmış ideler olduğunu ileri sürer. Fakat en önemlisi, Aliya mistisizme soğuk durmakta iken, tam bir mistik olan Topçu, vahdet-i vücudu bizzat yaşamaktadır.” (Mehmet Fatih Birgül)
İzzetbegoviç ve Topçu’nun farklı düşüncelerine rağmen, Batı düşüncesine karşı İslam ortak zemininden benzer düşünceler ürettiğini görmemiz, esasen bizim aramızdaki farklılıkları önemsememe hatta sevme noktasına getireceği için sıçratıcı olacak.
Kaynak : Yeni Şafak