Kadın çalışınca aile yıkılır mı?
Modernliği aile hayatında yol açtığı sorunlar nedeniyle şiddetle eleştirenler kadar kazanımlarında da söz edenler var. Elbette, modernliğin kazanımlarından bahsedenler deyince, tüm geleneksel değerlere ve bu arada aileye de karşı olacak kadar ileri giden marjinalleri kast etmiyorum. Aileyi ve aile değerlerini sahiplenmekle birlikte modern hayatın geleneksel dünyaya göre birçok kolaylık sağladığını, özellikle kadınları çalışma ve kamu hayatına katarak daha hür hale getirdiğini savunanlardan bahsediyorum.
Kadınların modern zamanlarda daha hür olduklarını, çalışma ve kamusal hayatta yer almalarının daha ziyade müspet özellikler gösterdiğini savunanların tezleri pek öyle es geçilemeyecek cinsten. Odaklandığımız konu olması hasebiyle aile hayatıyla ilgili söylediklerine kulak verelim.
Araştırmalar, çocuğun kişilik gelişimi üzerinde annenin çalışıp çalışmamasının değil, ancak anne babanın çocuk yetiştirme tutumlarının etkisini ve annesi çalışan çocukların psiko-sosyal gelişimlerinin annesi çalışmayan çocuklara kıyasla daha üstün olduğunu ortaya koyuyor. Çalışan annelerin eğitim düzeyi, çalışmayanlara göre daha yüksek ve kendini geliştirme çabası ve bilinçlenme düzeyi daha yeterli. Annenin çalışması, üretken olmasına, diplomasını değerlendirmesine fırsat veren ve ruh sağlığı açısından önemli bir faaliyet olduğu gibi çocuğuyla ilgili doğru yaklaşımları benimsemesini, daha sağlıklı bir ev ortamı oluşturmasını müspet yönde etkiliyor.
Sanılanın aksine çalışmayan çok sayıda anne de zamanlarının tümünü çocuklarına veremiyor, ev-içi ve ev-dışı işleri, bunu büyük ölçüde engelliyor. Önemli olan, annenin evde bulunduğu süreyi iyi değerlendirmesi, bu zaman içinde çocuğuyla bütünleşmesi, ilgilenmesi, oyun oynayabilmesi. Annenin çocuğu ile birlikte geçirdiği süre arttıkça kalitesi azalıyor. Ev hanımları çocukları ile birlikte aynı mekânda olsalar da onlarla pek birlikte vakit geçirmeye katlanamıyorlar. Çalışan anneler genellikle çocukları ile “yeterince vakit geçiremedikleri”nden yakınıyorlar ama araştırmalar, anne babası çalışan çocukların %85-90’ının böyle bir durumdan şikâyetçi olmadıklarını gösteriyor.
Modern hayatta aile-içi şiddet ve cinsel suç mağduru kadınlar, çocuk denecek yaşta evlendirilen, anne olan genç hanımlarla ilgili de büyük dertler var. Mesela 15-44 yaş arası kadınların erkek şiddeti sonucunda sakatlanma ve ölüm riski, aynı yaş grubu kadınların kanser ve trafik kazası gibi nedenlerle ölme riskinin toplamından daha fazla. İnancı, dünya görüşü ne olursa olsun tüm kadınların ortak sorunu ama işin ilginç yanı, bu konularda da daha çok modernliğin kadınların özgürlük ve yaşamlarına daha ziyade müspet yönde etkide bulunduğunu savunan kadınlar söz alıyor. Sanıyorum bu durumun nedeni, bir biçimde tüm bu sorunların kaynağında geleneğin bulunulduğuna inanılması. Oysa pekâlâ aile-içi şiddete, cinsel suçlara ve hatta akıl baliğ olma kavramı çerçevesinde çocuk yaşta evliliklere geleneksel bakışa ve değerlere göre güçlü karşı çıkışlar yapılabilir.
Modernliğin tarihten radikal bir kopuş olduğu, tüm hayatlarımızla birlikte aile hayatımızı da değiştirdiği ve her birimizi bir yere savurduğu kesin. Bu nedenle modern hayatın aile ve kadın hayatına etiklerinden bahsederken aynı inanca sahip insanlar olarak bile farklı görüşleri dile getirebiliyoruz. Birçok alandaki görüşlerimizde, yaşama tarzımızda benzerlikler olsa da mesela modernliğin hayatımıza kattıkları ve kadınların çalışması konusunda farklı bir görüşlerimiz bulunabiliyor. Kesinlikle bu, bizi endişeye, birbirimizi suçlamaya sevk etmemeli. Birbirimizi, neyi, niye savunduğumuzu anlamaya çalışmalı. İlkesel konularda birlik ve dayanışmamızı güçlendirmeliyiz.
Modern hayat karşısında bizi birleştirecek olan ilkemiz, ailenin ve değerlerinin ne pahasına olursa olsun savunulması olmalı, buna uygun politikaları desteklemeliyiz. Mesela yaşamın ilk yıllarında çocuğun beden gelişimi için vitamin ve protein ne kadar gerekli ise, bedensel, zihinsel ve duygusal gelişimi için anne sevgisi de o kadar gerekli. Aynı şekilde bebeğe bakım verenlerin ve yaşama ortamının sürekliliğinin, ailenin olabildiğince çok bir arada bulunmasının sağlanması hayati önemde. Kadın çalışsa da çalışmasa da ailenin güçlenmesi, aile ortamının iyileştirilmesi için çabalamalıyız. Çalışan anneler için daha esnek bir çalışma programı uygulanması ve iş yükünün belli bir süre hafifletilmesi için farklı seçenekler oluşturmalıyız. Çalışan kadının doğumdan sonra, esasen bebeğiyle ilgilenebilmesi için mümkün olan en uzun sürede ücretli doğum izni sağlamalıyız. Ana çocuk sağlığı hizmetlerini geliştirmeli, iş yerlerinde kreş, yuva, çocuk kulübü vb. bakım ve eğitim yerlerinin açılması, nitelikli ve sertifikalı çocuk bakıcısı yetiştirilmesi, okul öncesi eğitim kurumlarının sayı ve nitelik olarak geliştirilmesi, evlilik ve ana-baba okullarının kurulması için uğraşmalıyız.
Kaynak: Yeni Şafak