Küreselleşme yoksulların canına okuyor!
Küreselleşmenin insani yüzünden, giderek berrak biçimde görülen insandaki, ailedeki ve toplumdaki değişimlerden söz ediyorduk. Bu amaçla geçen yazımızda 20 yıl önce bu konuda yazdığımız bir makaledeki tespitlerin bugün aynen geçerli olduğundan bahsetmiştik. Dilerseniz aynı yöntemi izleyerek devam edelim, ama bu kez sadece 20 yıl önceki tespitlerle yetinmeyelim, uygun yerlerde son yıllarda oluşan değişiklikleri de ilave ederek ilerleyelim.
Öncelikle bir kez daha hatırlatalım, küreselleşme hiç de tarafsız bir süreç değil. Her ne kadar Çin ve Hindistan gibi büyük nüfuslu ülkelerin askeri ve teknolojik güç artışından bahsedilse de sonuçları, şimdilik yalnızca zengin “Kuzey” insanlarına yarıyor ve Kuzey’in dışında yaşayan birçok insanı rahatsız ediyor.
Gerçekten de küreselleşmeye toplumsal adaletsizlik açısından bakıldığında istatistikler ürkütücü. Bunun için Birleşmiş Milletler’in “İnsani kalkınma raporu”na ve Dünya Bankası’nın raporlarına şöyle bir göz atmak bile yeterli. Dünya nüfusunun en yoksul beşte birinin küresel gelirdeki payı giderek sıfıra doğru düşüyor. Birkaç yüz küresel milyarderin toplam servetinin dünya nüfusunun yarısının toplam gelirlerine eşit hale geldiği bu dünyadaki manzarayı yeni bir “yol kesip soyma” yöntemi olarak nitelemek mümkün. Dünyanın mevcut tablosu, sanıldığı gibi küresel bir köyden (village) ziyade küresel bir yağmaya (pillage) benziyor. Üstelik eski zenginler, zengin olmak ve zengin kalmak için yoksullara ihtiyaç duyuyorlardı; bugün ise “çalışma”nın nitelik değişimlerinden sonra, zenginlerin yoksullara ihtiyaçları kalmadı. Yoksullar artık kaderleriyle baş başa… Bu nokta, yani bilim ve teknolojideki gelişmeler sayesinde artık “çalışma”nın nitelik değiştirmesi çok önemli. Zira emek ve işgücü üzerine yapılan önceki yüzyıl ideolojilerinin desteklediği hümanizmin tam tersine yoksul düşmanlığına dönüşmesine doğru bir eğilim var.
Yerel kültürleri giderek yok olan ve artan eşitsizlikleri her gün daha çok yaşamlarında hisseden Güney’in yoksul insanları hem küreselleşme ile karşılarına çıkan yeni dünyaya özeniyor, öykünüyorlar hem de küreselleşmeyi “Batılılaştırma” ve “Amerikanlaştırma” olarak algılıyor, kendi gelecekleriyle ilgili yoğun bir kaygı ve şüphe duyuyorlar. Batı-dışı toplumlarda, sürekli Batı tarafından gözetlendikleri ve Batılıların her şeyi gördükleri ve bildikleri yani bir tür “sibernetik sömürgecilik” algısı yerleşiyor. Kendi kültürlerinin doğal bir sonucunun, kadın ve medeniyet düşmanlığı, DAEŞ gibi vahşet yapıları olduğu empoze edilerek “milli” bir tepki geliştirmelerinin önüne geçiliyor.
Dahası toplumsal adaletsizlik bakımından küreselleşme, bizzat Kuzey’in yoksul kesimlerinde de tepkiye neden oluyor. Yalnızca gelir dağılımdaki uçurumlar değil, toplumun McDonaldslaştırılması ve tüketim merkezli oluşu ve küreselleşmenin temel teknolojisi olan enformasyon teknolojilerine yönelik olarak da ciddi eleştiriler yapılıyor. Şehirlerin merkezlerinde yoksullar sefalete terk edilirken, elitler şehrin çevresinde kendilerine müstahkem mevkiler kuruyorlar. Duvarların arkasındakilerle önündekiler arasındaki gerilim giderek artıyor; bu durumun önüne geçilemez ve düşmanlığa dönüşürse, sistemin çöküşü kaçınılmaz olur. Son yıllara kadar yer yer başkaldıran yoksulların gösterileri, polisle çatışmalar, futbol fanatiklerinin saldırıları şehirlerin şiddet potansiyelinin habercileriydi. Ancak İslamofobi sayesinde tepkiler başka bir yöne çekilebildi, marjinaller ise Ortadoğu’ya, Rojava’ya devrim (!) yapmaya sevk edildiler. Günümüz Batı şehirlerinde “korku” hala belirleyici, güvenlik sistemleri ve kamusal mekânlarda artan kontrol ile birlikte, bütün yaş ve gelir gruplarında “kapalı” ve “emin” cemaatler ve bu yöndeki arayışlar da artıyor.
Evet, yoksul Güney’de tüm nüfus, zengin Kuzey’de ise sadece yaşlı nüfus artıyor. Fazladan olarak bir de güç mücadeleleri yoksul (genellikle Müslüman) coğrafyalarda sürdürülünce, savaşların, çatışmaların yıkımından kaçanlar, son bir gayretle, kendilerine hep “dünya cenneti” olarak sunulan Batı’ya doğru yöneliyorlar ve çok acıklı tablolar ortaya çıkıyor.
Özellikle zengin Kuzey’de yaşlı nüfusunun artması, insanlık tarihinde ilk kez yepyeni bir sınıf doğuruyor. Yaşlılar, dünyanın geri kalan yerlerinde sağlık gibi pahalı sosyal hizmetlere ihtiyaç duyan ve gelir kaynakları büyük ölçüde devlet olan insanlar. Ama zengin Kuzey’de ekonomik bakımdan faal olmayan, oy veren, sayıları giderek artan bu grup dünyayı şekillendiren en önemli güçlerden birisi. Bilginin ve paranın yönetildiği Kuzey’de yaşlılığın biyolojisine, psikolojisine ve rehabilitasyona, insan ömrünün uzatılabildiği kadar uzatılmasına yönelik önemli yatırımlar yapılırken, geri bıraktırılmış ve kaynakları kıt ülkelerin yaşlılarını dev sorunlar bekliyor.
–Buradan devam edelim inşallah.–
Kaynak: Yeni Şafak