Kurucu değerler ve cemaatler
Hakimiyet-i Milliye, Müdafaa-yı Hukuk, Memalik-i Müttehide ve İstiklâl-i Tam… I. Meclisin kurucu değerleri bunlardır ve özünde milletin ruh kökündeki Müslüman şuuru vardır… Bu ilkeler şu demektir: Siz milleti tek ve gerçek bir hakem ve hâkim yapamazsanız ülkeyi, vatanı birleştiremezsiniz. Milletin topyekûn bütününün hukukunu savunmaz ve devleti de bu hukukun muhafızı yapmazsanız devletinizin meşruiyeti kalmaz. Eğer memalik’i yani asli vatanımızı, o büyük coğrafyayı yeniden bütünleştiremezseniz, istiklaliniz de tehlikeye girer. Bu milletin I. Dünya Savaşı gibi büyük bir felaket ve çöküşten sonra, onca yaralı, fukara ve mahzun haliyle geliştirip Millet Meclisi eliyle formüle ettiği bu değerler, bugün de 21. Yüzyıl’ın başında, geleceğimizin temel ilkeleri ve varlık-beka sigortalarımızdır.” Bu sözler, düşünürümüz, kardeşim Ahmet Özcan’a ait. Tamamen katılıyorum. Sanıyorum, 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından, her söz aldıklarında, sürekli “kurucu ilkelere dönülmesi”ne vurgu yapanlarla kurucu değerlerden aynı şeyleri anlamıyoruz. Bizim kurucu değerlerden anladıklarımız bunlar. Bu değerlerin güçlü demokrasiyle ve inançlara saygılı laiklikle çelişen hiçbir yanı yok.
Ne ki, Kemalist resmi ideoloji inşasından sonra, Cumhuriyetimizin kurucu değerlerinden sapıldı. Devlet, en çok koruması gereken iki alanı, etnik kimliği ve din-inanç özgürlüğünü istila ederek, kendine göre biçimlendirmeye kalktı. “En çok koruması gereken” diyorum zira ana dil tarafından tayin edilen etnik kimlik, insanın kendi tasarrufunda değildir, manevi alanı ise her aile ve birey, kendine göre belirlemek ister. Devlete düşen, etnik kimliğe, din ve inanç özgürlüğüne saygılı olmak, özgür ve eşit vatandaşlığa dayalı kapsayıcı bir milli kimlik geliştirmektir. Beka kaygımız ve dağılma korkumuz, özgürlüklerin kıymetini anlamamıza ve hayata geçirmemize mani oldu. Çarenin ne pahasına olursa olsun çağdaşlaşmakta olduğunu düşünen asker-sivil bürokrasi, resmi ideoloji sayesinde yukarıdan aşağıya tek-tip bir ulus inşa edilebileceği zehabına kapıldı. Darbeleri kaçınılmaz hale getiren bir vesayet rejimi kurdular.
Cumhuriyetimizin kurucu değerlerinden sapmayı düzeltmek, vesayeti demokrasiye çevirmek için çok insan ve heyet uğraştı. Bu konuda en önemli adımlar, ancak Ak Parti iktidarıyla atılabildi. Demokrasi güçlerinin üzerinde durmaları gereken alanlardan birisi de, cemaatlerin devletle ilişkilerinin, hukuki ve toplumsal konumlanışlarının nasıl olacağıydı. Paralel devlet yapılanması belası ile karşılaşınca, daha da titizlenerek, ne yapılması gerektiği düşünüldüğü sırada 15 Temmuz ihanet darbesi vuku buldu.
Vesayet rejimi altında yaşıyorken, toplumun büyük kesiminde dini yaşantı, aile, akraba, mahalle çevresinde edinilen bilgilerle ve çoğu zaman Diyanet İşleri Başkanlığı’nın alabildiğine sınırlı rehberliğiyle şekilleniyordu. Dini cemaatler ise eski Türkiye’deki tüm baskılara rağmen, azımsanmayacak ölçüde hep var oldular. Adeta geleneğin de en az gelecek kadar gerekli olduğunun ispatıydılar. Siyaset, dini cemaatlere karşı bir yandan yoklarmış gibi yaparken bir yandan da onları oy deposu olarak görüyor, onlar için milletvekilliği ve devlet yönetimi kontenjanları ayırıyordu. Bir siyasi körlük, ikiyüzlülük hüküm sürüyordu.
Biz demokrasi için çalışırken vesayetçiler de boş durmamışlar. Vesayetçi sistem, Müslüman toplumda kendisi için asıl tehlikenin din ve inanç özgürlüğünden geleceğini hesap ederek, bu alana da yığınak yapmış, zamanı geldiğinde kullanmak üzere gücünü tahkim etmiş… İtiraf etmeliyiz ki bu kadarını hesap edemedik, vesayetçilerin milletin başına ördükleri paralel tuzağı göremedik. Acemi demokrasi güçleri, vesayetçi eski düzenin ve uluslararası bağlaşıklarının bu kadar alçaklaşabileceğini göz önünde bulunduramadı.
Durmadık; büyük yürüyüşümüz sürüyor. Demokrasi isteyen millet, 15 Temmuz ihanetini de ihtilale çevirdi. Ama tam gaz yeniden üzerimize geliyorlar, din ve inanç alanını başıboş(!) bırakmamak gerektiği teranesini tekrar dayatıyorlar. Asla bu despotik anlayışlara pabuç bırakmamalıyız.
Devleti mutlaklaştıran ve eleştiriden muaf tutan, toplumu tamamen devletin hizmetine veren etatist-faşizan anlayış bize uymaz. Bu topraklar da, insanımız da, insanımızın düşünce ve inançları da azizdir. Devlet, esasen, buranın azizliğini muhafaza edebilmek, milletin düşünce ve inançlarını özgürce hayata geçirebilmesi için vardır. Kimse fırsatı ganimete çevirmeye, milleti yoksulluğa ve zillete mahkûm eden eski zamanlara dönmeye gayret etmesin. FETÖ ihanetini başımıza musallat eden, demokratik bakış değil; millet düşmanı devletçi vesayet sisteminin tuzağıdır. İhtiyacımız olan, vatandaşları arasında asla ayrım yapmayan, herkese ve her kesime karşı eşit mesafede, hakem olarak durabilen, emaneti ehline veren, liyakate dayalı bir devlet işleyişidir. Kimse, hedef karartmaya, bizi hakem devlet hedefinden uzaklaştırıp düşmanı millet içinde aratmaya kalkmasın!
Kaynak: Yeni Şafak