Modernleşelim ama kendimizi heder etmeden!
Devlet ve toplum olarak kendimize özgü bir modernleşme çabası sürdürüyoruz. Aksamalar, tökezlemeler oluyor ama kervan yoluna devam ediyor. Modern yaşama ve düşünme tarzı bizi de epey zamandır etkisi altına aldı. Modern hayatın vakumu hepimizi içine çekiyor, modernliğin hem sağladığı imkanlarla hem karşımıza çıkardığı sorunlarla biz de yüz yüze geliyoruz. Evet, bu süreç bir yanıyla kaçınılmaz bir yanıyla da birçok sorun üretiyor hem modernliğin bizatihi kendisinden hem de buradaki yapının uyum sağlayamamasından kaynaklanan sorunlar… Kendine özgü modernleşme çabamıza bir itirazımız yok ama bu süreçte bize ne olduğunu, muhafaza etmemiz şart olan değer ve erdemlerin nasıl etkilendiğini çok iyi düşünmek, olanın bitenin hep farkında olmak şartıyla.
Yok yok “Batı’nın ilmini, fennini, teknolojisini alıp kendi ahlaki yapımıza sahip çıkalım” diyenlerden değilim. Zaten bu sözlerin edildiği zamanlardan bu yana köprülerin altından çok sular aktı. Artık bilimin işleyişiyle, bilim-kültür ilişkisiyle ilgili çok fazla bilgiye sahibiz. Bu arada teknolojinin sadece hayatı kolaylaştırıcı alet-edevattan ibaret olmayıp zihin biçimimize doğrudan etki ettiğini de artık biliyoruz. Modern zihnin olmazsa olmazlarında birisi, “kendi üzerine düşünme” (self-reflection). Kanaatimce modernliğin en çok sahiplenmemiz gereken yanı da burası. Sadece insan-teki olarak kendimiz değil, modernliğe sonradan ve başka bir inanç ve kültür havzasından katılan bir millet olarak da kendimiz üzerine düşünmeyi elden bırakmamalıyız. Nereden gelip nereye gittiğimizi, neyi alıp neyi verdiğimizi, karşılıklı etkileşimlerin sonucunda ortaya çıkan hasılayı ve ne yapmamız gerektiğini mütemadiyen gündemde tutmalıyız.
1980 sonrasına tarihlenen, modernlik-sonrası (postmodern) denilen zamanlardan sonra bu farkındalık vazifemiz, iyice vazgeçilmez hale geldi, aciliyet kazandı. Bu süreci belirleyen bilişim ve iletişim teknolojilerindeki devasa ilerlemeler nedeniyle yaşanan değişimler ve özellikle insanın ontolojik doğasının tehdit altında olması bizi buna mecbur bırakıyor. Bunun haricinde ise modernliğin ekonomik alt-yapısını oluşturan kapitalizmin artık üretimi değil tüketimi esas alması, daha fazla tüketime muvaffak olabilmek için her yolun mubah görülmesiyle alakalı büyük dertler var. Bu iki özellik, modernliğin günümüzdeki hallerini önceki zamanlardan farklılaştırıyor, “teknomedyatik” hale getiriyor. Hayatımız ve zihnimiz teknolojik akıl tarafından belirlenirken yaşama amacımız ve ideallerimiz reklamların, gösterinin, göstermenin ve tüketimin hegemonyasına giriyor.
Tüketim olgusu, hayatımızın her alanına sirayet etmiş vaziyette. Yaşadığımız topluma “tüketim toplumu” diyenler çok haklılar. Tüketim toplumunun ana karakteristiğini metalaşma, şeyleşme oluşturuyor. İlk bakışta maddi bir değerle izahı mümkün olmayan duygu ve erdem gibi insan ilişkisinin unsurları dahi “piyasa” bağlamında değerlendirilmeye başlanıyor. Resim sanatı çok önceden piyasada yerini almıştı şimdi tüm sanatlar, kültürel değerler, ürünler ve ihtiyaçlar da büyük ölçüde pazar koşullarında şekilleniyor… Piyasa aynı zamanda kimliğimizin de inşa olduğu yer haline dönüşüyor. Nasıl bir insan olduğumuzu, kimliğimizi, kişisel itibarımızı, seçeceğimiz tüketim malzemelerine göre belirleyeceğimize dair algı, zihinlerimize beton kalıp gibi dökülüyor. Biz ne kadar bu algıyı benimser, kendimizi tükettiğimiz ürünlerle tanımladığımızı düşünür, bunu sergilemeye kalkarsak o ölçüde tüketim toplumu, aynı zamanda gösteri toplumu haline geliyor. Elbette dünyanın her yerinde düşünce ve sanat alanında, akademide, siyasette kötü gidişin bilincinde olan, basiret ve feraset sahibi, mutlaka bir şeyler yapılması gerektiğine inanan sağduyulu insanlar var ama maalesef sayıları da güçleri de gün geçtikçe azalıyor.
Bu köşede bilişim teknolojileri ve sanallık karşısında ortaya çıkabilecek tehlikeler konusunda düşüncelerimizi sık sık aktarmaya çalışıyoruz. “İnternet ve Psikolojimiz: Teknomedyatik Dünyada İnsan” (Kapı Yayınları) kitabımız, böyle bir düşüncenin ürünü olarak ortaya çıktı. Yine aynı şekilde tüketim toplumunun neme nem özellikler taşıdığı hakkında da elimizden geldiğince yazmaya inançlarımızdan kaynaklanan bakışımızın bu toplumla çelişen yanlarını göstermeye, uyarılarda bulunmaya gayret ediyoruz. İnanıyoruz ki, böyle bir dünyada hayatı daha ziyade ahiret eksenli düşünen, insanı ve aileyi önemseyen, merhamet, tevazu, paylaşma ve kanaatkarlık gibi erdemlere sahip olan Müslümanlar hala bir umudun, alternatifin taşıyıcısı olabilirler. Elbette bu niteliklerinin kıymetini bilmek ve onları hayata geçirmek için çabalamak şartıyla… Bunun için de dünya hayatı ile aramıza eleştirel bir mesafe koymak, teknomedyatik dünyanın ayartmalarına karşı hazırlıklı olmak gerekiyor.
Kaynak: Yeni Şafak