Mücadele ve teslimiyet, hem de aynı anda!
Bugün arife, yarın bayram. Şairin “bayramlar bayram ola” demesi boşuna değil. Bayram günümüz bile zehir olabiliyor. “Bayram gelmiş neyime” benzeri ne çok türkümüz var. İçimiz keder dolu ama yine de bayramın bayram gibi yaşanmaya çalışılması lazım.
Bayram belli, belirli günler. Oysa yaşadığımız her gün yarının arifesi. Her sabah yepyeni bir dünyaya uyanıyoruz. Tanıdığımız ama ihtimallerini kesin bilmediğimiz bir dünya. Neler olabileceği, bizi nelerin beklediğiyle ilgili milyonlarca ihtimal var. Her ihtimale, kaderimizin önümüze açtığı her kapının ardında bizi bekleyenlere karşı hazır olmalıyız. Kendi planlarımızı ortaya koymak ve bu uğurda mücadele etmek, elimizden geleni yapmak, bizden istenen budur. Yaşadığımız büyük sınav, bu. Bu büyük sınavda başarılı olmaya çalışmak dışında, mutlu bir hayata giden hiçbir kestirme yol yok. Başarı tanımı da herkese göre değişik. Biz, birçokları gibi, iyi olmayı, kötülükten sakınmaya, sakındırmaya, iyiliğin kazanması için çalışmayı başarı diye niteleyenlerdeniz.
Hayata verdiğimiz anlamlar farklı. Verdiğimiz anlamlar da zaman ve koşullar değiştikçe değişebilir. Değişmeyen tek şey, hayatın bizatihi mücadele demek olduğu… Tüm canlılar yaşamaları, var kalmaları için bir kavga sürdürüyor. Böyle bir çabayı zaten biyolojik program gereği, dürtüsel olarak gösteriyoruz. Açlığımız ve susuzluğumuz bizi pençesine aldığında, dilediği gibi yönlendiriyor. Hayatta kalmak için uğraşıp didiniyoruz. Ama tüm ihtiyaçları hep karşılansa bile, insan, var olduğunu göstermek, kendisine bir “beylik alanı” açmak, gerçek ya da hayali bir hükümranlık sahası belirlemek, orayı özgürce yönettiğini hissetmek zorunda. İradi-ihtiyari bir varlık olmamız böyle gerektiriyor. İnsan, bu iradi beceriyi ancak anlam üreterek, kendi anlam dünyasına çobanlık ederek ifa edebilir.
Biz de hayat da değişip duruyoruz. Anlam dünyamıza sahip çıkmak, çobanın sürüsüne sahip çıkmasından çok ama çok daha zor… Uğruna dünyaları vereceğimiz çocuğumuz birden büyüyüveriyor, bizi dinlememeye başlıyor. Ölümün hangi saniye, hangi evden kimi alacağı belli değil. Hastalıklar, kazalar… Bugün aynı yola baş koyduğumuz yoldaşımız, yarın bambaşka şeyler söylüyor, bizden uzaklaşıyor. Düne kadar hiç hazzetmediğimiz amirimiz öyle insani bir tavır alıyor ki, sevgisi hayatımıza sızıveriyor. Sevdiğimiz bir insanın kendi yolundan gitmesini ihanet olarak kodluyor, günümüzün büyük bölümünü ondan intikam almaya ayırabiliyoruz vs. vs. Bu hengâmede her yeni durumda anlam ağımızı yeniden gözden geçirmek durumundayız, asıl mücadele bu…
Mücadelenin bu kadar altını çiziyoruz ama mücadele, hayata karşı tutumlarımızın sadece bir bölümünü kapsıyor. Hayat yalnızca mücadeleden ibaret olsaydı, katlansak bile bir gün parmağımızı kıpırdatamayacak ölçüde yorgun düşerdik. Hayat, birçok zaman da karşımıza çıkardıklarıyla, bize sunduğu anlamlarla bizi bizden alıyor. Şükürle, minnetle doluyoruz. İyi ki insan olarak dünyaya gelmiş ve bu ana tanık olmuşuz, iyi ki bu milletin, bu ailenin evladı olarak yaratılmışım dediğimiz zamanlar hiç de az değil… Annelik, babalık, ebeveynlik, evlat olmak, yurttaşlık, hemşerilik, yoldaşlık, dostluk, aşk gibi bağlar, başarılarımız, sevdiklerimizin başarıları ne güzel duygularla dolduruyor içimizi… Sadece acı ve keder değil mutluluk ve sevinç dolu anlar da hayatın içinde. Hangi zamanda yeni bir sürprizin çıkıp geleceğini bilmiyoruz. Bir cana sahip olmanın, nefes alıp vermenin tadından ve birçok başka şeyden yaşama sevinciyle dolabiliyoruz. Bu yüzden mücadeleyle şükran iç içe hayatta hep.
Yaşamamız, dünyaya gelmiş olmamız, tek başına teşekkür nedeni; teşekkür etmemiz gereken öyle çok şey var ki aslında… “Yetenek, Allah vergisidir; mütevazı olun. Şöhret, insanlardandır; müteşekkir olun. Kendini beğenmişlik, sizdendir; dikkatli olun” denmesi boşuna değil… Kendimiz olmak, hayatımızı olumlu anlamlarla doldurmak için mücadeleye evet ama bu çabanın başımıza gelenlerde bir hikmet arama ve teslimiyet bilinciyle bir arada sürdürülmesi gerekiyor.
Tüm bunları düşünüp yazdıktan gördüm Mehmet Akif Ersoy”un şu sözlerini: “Azim… Tevekkül… İşte Müslümanlığın iki büyük esası… Bunlar olmadıkça İslam için istikrar imkânı yoktur. Şurası da unutulmamalıdır ki: Ne yalnız başına azim; ne de azim olmadan tevekkül hiç bir zaman yeterli değildir.” Üstat, bu sözlerine muhatap olarak Müslümanları gösteriyor, bizce insan olan herkes için geçerli bu ifadeler.
Bayramınız kutlu olsun.
Bu yazının ana çatısı, “Hayatın Anlamı Var Mı?” kitabımızdan alınmıştır.
Kaynak: Yeni Şafak