Mutluluk (bize haram!)
DAEŞ belası, zehir etmemiş olsaydı, bir bayram yazısı vardı zihnimde. “Zaman atının terkisindeyiz. Günler günleri kovalayıp durur. İşte bir bayrama daha kavuştuk. Kutlu olsun, Allah sağlıkla ve huzur içinde nice bayramlar daha görmeyi nasip etsin” dedikten sonra şunları söylemeyi planlıyordum:
Gündelikten, aktüel ve medyatik olanın cazibesinden kurtulmak gibi bir fayda gördüğüm için bir süredir çok mecbur kalmadıkça, belli bir temaya, bir konuya yoğunlaşıp o konudaki düşünceleri, düşüncelerimi sizlerle paylaşıyorum. Ama bayram gündelik, sıradan bir durum değil. Bayramda üzerimizden atmamız, biraz olsun sıyrılmamız gereken bir aktüalite yok. “Can bula cananı/ kul bula sultanını/ hüzn-ü keder def ola/ dilde hicap ref ola/ cümle günah af ola/ bayram o bayram ola.” Bayram da yazılan yazı da, bayram yazısı gibi olmalı, bir biçimde mutluluğa odaklanmalı.
“Mutluluk”, ahlak felsefesinin temel kavramlarından; yanı sıra hayatın anlamı konusunda ileri sürülenler arasında ilk sırada yer alıyor, en büyük rakibi ise “sevgi”… Batı felsefe tarihinde, “ahlaki davranışın nihai amacı nedir?” sorusuna, genellikle “bizatihi ve en yüksek iyi olan mutluluktur” diye cevap veriliyor. Bizatihi ve en yüksek iyi olan mutluluğun ise şimdilerde pek çoklarının karıştırdığı gibi “haz” ve “keyif” ile bir alakası yok. Mutluluk bir erdem. Bu erdemi birçok düşünür kendine göre açıklamaya çalışıyor. Mesela Eflatun’a göre, insanda “akıl, öfke ve şehvet” olmak üzere üç meleke ve her bir melekeye karşılık gelen bir erdem var. Aklın erdemi bilgi, öfkenin erdemi yiğitlik, şehvetin erdemi ise iffet… Bu üç erdemin mutabakatı ve insicamından meydana gelen bir değer temel erdem ise adalet. Eflatun, mutluluğun adalete, doğruluğa uygun davranmakla ortaya çıkacağını, mutsuzluğun ölçüsüzlük ve adaletsizlikten kaynaklandığını düşünüyor. Hazlardan, mal mülk, şöhret ve güç sahipliğinden mutluluğun sadır olması imkânsız.
Müslüman ahlak anlayışıyla benzerliğini hep vurguladığımız büyük filozof Kant ise mutluluk kavramındaki belirsizlik ve tuhaflık nedeniyle onu, ahlaklılıktan ayrı düşünmekten yana. İnsan için esas olan, sorumluluğunu düşünmesi, sonunda mutluluk olup olmayacağına bakmaksızın ödevini yapmaya çalışmasıdır. Biz iyiye ulaşma ödevimiz için elimizden geleni yaptıkça, ona layık oldukça mutluluk da peşi sıra gelecektir.
Yüce kitabımız Kur’an, mutlu (said) ve mutsuz (şaki) kelimelerini doğrudan zikrediyor. Yanı sıra, “felah, sürur ve fevz” gibi sadece uhrevi; “hasene, tayyip ve rızk” gibi hem uhrevi hem dünyevi mutluluğu ifade eden kelimelere de başvuruyor. En yüce amaç olarak gösterilen mutluluğun Allah’a itaat ve salih amel neticesi esasen ahiret hayatında olacağını, ”Allah’ın rızasını kazanma” amaç ve niyetiyle yapılan iyi fiillerin, bize aynı zamanda dünyada da mutluluk sağlayacağını söylüyor.
Mutluluk, Farabi ve İbni Sina başta olmak üzere Müslüman filozofların da temel ilgi alanlarından birisi, Kur’ani bilgiye uyumlu düşünceler üretiyorlar. Mutluluk, hazlardan bir haz. Hazların zararlı, kötü, gelip geçici olanları olduğu gibi yararlı, iyi ve devamlı olanları var. Mutluluk bu ikincilerle alakalı. Gerçek mutluluğun en son gaye, en yüksek iyi ve son insani yetkinlik neticesi ortaya çıkacağını düşünen Müslüman filozoflar, bunun da ancak öteki dünyada hakikate dönüşeceği kanaatinde. Bugün parıltı olarak yaşadığımız hazlar, sevinçler, memnuniyetler, gerçek mutluluktan sadece bir miktar iz taşırlar. Ahlaklılığın ölçüsü de mutluluğun kendisi değil en yüce amaç olarak görünen mutluluğa yönelme tarafından belirlenir Hem dünya hayatındaki hem de ebedi mutluluğu elde edebilmek için nefsimizi olgunlaştırmaya, erdemleri karakterimizin bir parçası haline getirmeye çalışmamız lazım gelir.
Bu minval üzere konuşacaktım. Ama insanlık ve medeniyet düşmanı, Müslüman görünümlü ama sözüm ona “cihad” adına, şeytanın ve vahşetin askerliğini yapan DAEŞ, saldırılarına, İstanbul ve Bağdat’ın ardından Medine’mizi de katarak devam edince ağzımızda tat tuz bırakmadı. Hayatın manasına canlı bomba gönderdi, sadece canlarımızı değil, ne söylersek söyleyelim sözdeki anlamı havaya uçurdu.
DAEŞ belasını kimler kurdurmuştur tahminlerim var ama Müslümanların azılı düşmanı olduğuna, oluşturduğu nefret gündemiyle İslami müjdenin insanlığa ulaşmasına mani, korkuya dönüşmesine sebep olmak için kurulduğuna eminim. Masumlara, insanlığa, inançlarımıza saldıran, kutsallarımızı ayaklar altına alan bu şeytani yapıya karşı ayağa kalkma vakti geldi de geçiyor. Ayağa kalkmalı, bünyemizde oluşan bu apseyi sıkıp bizi utanca boğan irini boşaltmalıyız. Erdemlerimize saldırı karşısında bir şey yapmadan durursak mutluluk bize haram!…
Kaynak: Yeni Şafak