Neden birbirimize özen göstermiyoruz? (II)
Nasıl olup da bazı hallerde bir toplum olma bilincinin tam aksi istikamette davranabiliyoruz, oturup derdimizi, sorunumuz çözmek yerine sürekli didişiyoruz sorusuna birçok cevap verilebilir. Ben, “Türklerin Psikolojisi” kitabımda uzun uzun anlatmaya çalıştığım gibi tarihsel psikolojimizdeki yapılaşmanın da bu halimizde bir etken olduğunu düşünüyorum. Biz, eski zamanlarda aynı kandan olmanın, akrabalığın ön-plana alındığı modern zamanlarla birlikte kimlikler, ideolojiler, yaşam tarzları ekseninde şekillenen bir takım semboller ve değerler etrafında birleşen insanlardan oluşan kümelere ya da segmentlere bölünmüş bir toplumuz. Türk toplum yapısında birincisi soy-boy tarzında sağdan sola; ikincisi aynı boy içinde ak-budun ve kara-budun diye ayrımlara yol açan yukarıdan aşağıya ikili bir segmentasyon bulunuyor. Ama yukarıdan aşağıya doğru olan ikinci segment önemli değil, çünkü büyük çatışmalar üretmiyor; ak-budun ve kara-budun arasında sınıf kavgası neredeyse hiç olmuyor. Bunun sebebi, segment-içi çatışmaların segmentler arası gerilim ve çatışmalarla nötralize edilebilmesi.
Bizim “öteki”miz, uzak-yabancılar değil, genellikle diğer segmentte yer alanlar.
İlk bakışta bu özelliğimiz, çok olumluymuş gibi algılanabilir. Ama öyle değil. Segmenter toplumumuzdaki semboller mücadelesi, Batı’daki sınıf mücadelelerinden daha pahalıya patlıyor. Sınıf mücadelesi daha reel; pazarlık etme ve sonuçta uzlaşma imkânı var. Semboller etrafında dönen segment mücadeleleri ise, duygusal bir zeminde cereyan ediyorlar, kimlik ve kişilik konularında maalesef pazarlık imkânsız.
Toplumunda Batı’da olduğu gibi sınıflar oluşmayınca, herkesi bağlayan bir toplumsal sözleşme de, sözleşme yapma geleneği de yok. Bu yapıyı devleti merkez alan, devletten bağımsız ekonomik, siyasal, toplumsal yapılara yer bırakmayan toplumsal ve psikolojik dinamiklerle ve sorunlarını daha ziyade şiddete dayalı yöntemlerle çözmeye çalışan davranış kalıplarımızla birlikte düşündüğümüzde tablo berraklaşıyor. Her şeyin devlet eliyle merkezden belirlenebileceğine inanılan ve tüm toplumsal süreçlerin bir kudret ve iktidar mücadelesi olarak görüldüğü kültürümüz, segment çatışmalarını daha da sertleştiriyor. “İktidar”ı ya benimsin ya kimsenin denilen bir karasevda haline getirebiliyoruz. “Bizden” ve “sadık” olanı aramaktan, emaneti ehline vermede yani liyakat sorunumuzun çözümünde pek başarılı olamayışımız da galiba bununla ilgili.