Niye bu nefret, neden bu hınç?
Toplumumuzu değişik biçimlerde analiz edebilirsiniz. Bir süredir bunlara bir yenisi ilave oldu ve tüm analiz biçimlerinin önüne geçti. Son zamanlarda toplumumuzun halleri üzerine düşünenlerin yazdıklarının çoğu, Erdoğan”ı sevenler ve sevmeyenler diye ayırabileceğimiz kesimler üzerine gözlemler ya da bunlardan üretilen fikirler… Birçok analiz, Erdoğan”a yönelik olumlu ve olumsuz duygusal yatırımların gözleminden kalkarak yapılıyor. Lider üzerinden toplumda duygusal bir ayrışma yaşadığımız apaçık.
Kendi yazılarım da bu durumdan arî değil. Yeni Türkiye ve devlet-millet kaynaşması üzerine tüm yazdıklarımız, son tahlilde Erdoğan”ı sevenlerin halleri ve idealleri üzerine geliştirmeye çalıştığımız fikriyattan müteşekkil. Eski Türkiye, muhalefet eksikliği ve Ak Parti”ye alternatif oluşturulamaması üzerine düşüncelerimiz de bir bakıma Erdoğan”ı sevmeyenlerin panoramik gözlemlerinden ibaret.
Toplumsal psikolojimizin bir süreden beri en göze çarpan yanı, Erdoğan”a yönelik olumlu ya da olumsuz duygusal yatırımlara göre ayrışma. Bu durumun kendisi, başlı başına problematik, epeyce düşünmeyi gerektiriyor. Biz düşünmesek bile başkaları düşünüyor; ayrışmayı daha da körüklemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Erdoğan”ı sevmeyenlerin şiarı haline gelmiş “diktatör” sözünün ilk kez Mayıs 2013″te ABD gezisi sırasında ortaya atıldığını hatırlatırım. Emine Erdoğan”a o gezideki “Barışın inşası ve gelişmede iş kadınlarının rolü” toplantısında “The Psychology of Dictatorship” (Diktatörlüğün Psikolojisi) kitabı, yazarı İranlı Profesör Fathali M. Moghaddam tarafından hediye edilmişti. Geçenlerde Türkçesi de yayınlanan bu kitap hakkında o sıralar çok şey konuşuldu.
Sonradan anladık ki, (bilimsel bakımdan bahse değer bir yanı bulunmayan) bu kitap meğer bir işaret fişeğiymiş. Gezi olayları, 17 Aralık süreci, dış aktörlerin içerideki Erdoğan sevmeyenlerle sımsıkı ittifakı, “diktatör” ve benzeri sıfatları (otoriter, sultan, padişah, halife) öne çıkararak Erdoğan karşıtlığının ateşini harlandırdı. Hep birlikte toplumda uç vermeye başlamış olan duygusal ayrışmayı kopuşa doğru koşturmak için kırbaçladılar. Soma faciasında özellikle Alman medyası, gemi azıya aldı, Erdoğan”ı cehenneme göndermeye, “Führer” demeye kadar vardırdı işi.
Bir komplo teorisi de benden dinleyin deyip vaktinizi, zihniniz işgal etmeyeceğim. Bu tespitleri daha ziyade, biz dertlerimizi anlayıp çare bulamazsak, başkalarının dertlerimizi arttırmak için bu tür analizleri yapacaklarını, yaptıklarını bilelim diye dile getiriyorum.
Şimdi manzara şu: Ne egemen sınıflar, ne devlet, ne Ak Parti iktidarı, varsa yoksa Erdoğan ve onun birkaç öfkeli anının alabildiğine büyütülerek sunulmasından ibaret “diktatörlüğü”… Birçok gazete, televizyon kanalı, onlarca köşe yazarının adeta ekmek kapısı haline gelmiş durumda Erdoğan karşıtlığının ateşine benzin dökülmesi… Erdoğan”ın hayali imgesini arenada ne kadar hunhar biçimde parçalarsanız, tribünlerden “hurra!” sesleri bir o kadar yüksek çıkıyor. Fanatizm teşvikçiliği en temel gıdası olan medyacı da kendisini daha bir matador gibi hissediyor, mızrağını hayali boğaya batırdıkça batırıyor… Medyada görünür olmayı pek önemseyen bazı meslektaşlar bile, (meslek etik ilkelerimiz asla buna izin vermese de) Erdoğan kişiliğini linç etme festivalinde boy gösteriyorlar.
Erdoğan”ın iktidardan gitmesi için canhıraş biçimde uğraşan, içlerindeki nefreti büyüttükçe büyüten, Erdoğan”dan başlayarak onu seven herkese doğru artık mantıkla izahı olmayan vehim ve şüphelerin eşliğinde öfke ve kin kusan insanlar… Ne emperyalizm teorileri, ne yoksulların, mağdurların, madunların bu süreçte nasıl konumladıklarına kafa yoran sınıfsal analiz… Ciddi olan ne varsa hepsini boş vermişler. Hayatlarındaki en mühim amaçları, biricik idealleri Erdoğan”ın iktidardan düşmesini, kötü günlerini, en şiddetli acılara duçar olmasını görmek… Şimdiye kadar neredeydiler? Erdoğan, 12 yıldır Başbakan, oysa nefret patlaması yeni ve asla Erdoğan”ın tavırlarıyla açıklanamayacak kadar derin bir kaynağa sahip görünüyor. Bunca yıl sonra niye böyle bir girdaba sürüklendiler, akıl tutulmasına uğradılar?
Doğrusu, bizim Erdoğan”ın neden sevilmediğiyle ilgili analizimiz de dâhil olmak üzere, bugüne kadar yazılanlar bu cinnet halini açıklamakta yetersiz kalıyor. Ne örgütlü ve iktidara alternatif bir program etrafında toplanmış umut beslenen bir muhalefetin olmaması, ne seküler yaşam tarzının ortadan kalkacağıyla ilgili endişeler, ne de eski Türkiye elitlerinin sağladıkları sosyo-ekonomik, kurumsal, akademik pozisyonları kaybedecekleri telaşı… Bunların hiç birisi tek başına açıklamıyor bu hınç ve nefreti… Bunların hepsini, ifade edemediğimiz daha fazlasını aynı anda, birlikte içeren bir “öfke torbası” söz konusu. Bu torbanın ağzı, Erdoğan karşıtlığından oluşturulmuş bir düğümle bağlanmış. Bu düğüm sayesinde farklı öfkeler dağılıp gitmiyor, birbirlerini besliyorlar. Torba şiştikçe, Erdoğan”a olan nefret köpürtülüyor.
Devam edeceğiz.
Kaynak: Yeni Şafak