Önümüzdeki seçimlerin sonuçları
2002’deki “Ak Parti’nin bir merkez partisi olmaya doğru mu yöneldiği”yle ilgili tartışma, çok verimlere gebeydi ama devamı getirilemedi. O sırada, “’merkez’, sanıldığı gibi, öyle girişte kapıya kadar giymiş oldukları giysilerini vestiyere bırakarak rahat ve sere serpe uzanılıverecek bir koltuk yapısında değildir” diye yazmış, Ak Parti’nin bir merkez partisi olabilmek için “toplumsal merkezdeki değerler sistemi”ni anlayarak ona göre bir rota belirlemesi gerektiğini dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım.
Toplum, örgütlenmesini bir “değerler sistemi” çerçevesinde yapar. Gelenekten ve mevcut dünyadaki insanlık hallerinden süzülerek gelen değerlerin içinde, toplumun hemen tamamını kucaklayabilecek nitelikte olanları “merkezi değerleri” oluşturur. Toplumun ekseriyeti, yaşantısını merkezi değerlerin icap ettirdiği esneklik ve hoşgörüye göre düzenleyerek birlik ve bütünlük için gereken işlevleri üstlenir. Sessizce ve hoşnutlukla, buradaki hayatın huzurunu savunur ve bunun için çalışır. Toplumun omurgasını teşkil eden çoğunluk, “toplumsal merkez”dir. Bir siyasi hareket, ancak toplumsal merkezin istek ve ihtiyaçlarına uygun bir siyasi programa ve söyleme sahip olduğunda “siyasi merkez”e talip olabilir.
Toplumun dengesi, verimli ve işlevsel işleyişi, “merkezi değerler”, “toplumsal merkez” ve “siyasi merkez” arasındaki ahenkli ve diyalektik ilişkiye bağlıdır. Merkez yapılarının dışında, çeperlerde kalan değerler ve kesimler ise iktidarda yeterince temsil edilmediklerinden haklı olarak hoşnutsuzdurlar. Bu hoşnutsuzlukları, onları muhalif-eleştirel bir bakış ve dil üretmeye iter. Merkezdeki yapılar, muhalefetin tepkilerini cevaplayamıyor ve çeperlerdeki haklı talepleri karşılayamıyorsa, bu kez bunlar, “değer” olarak merkeze taşınmaya başlayacak ve değişim kaçınılmaz olacaktır.
Değerler sistemi bakışına göre, Cumhuriyet tarihimiz boyunca, “merkez” işleyişi hakkında şunlar söylenebilir: Cumhuriyetimizin kurucuları, kuruluştan kısa bir süre sonra, demokrasiyi değil vesayet sistemini tercih ettiler ve temel değerlerinin modernlik (çağdaşlık), Türklük, Müslümanlık olmak üzere üçlü bir sacayağı üzerinde yükselmesi gerektiğine hükmettiler. Ziya Gökalp’in kişisel etkisinin bu hükümdeki rolü bilindiğinden, öngörülen bu siyasi formülasyonun da sosyolojik bir alt-yapısı olduğu, yani olabildiğince toplumsal merkezdeki değerleri yansıttığı söylenebilir ama öyle değildir. Çağdaşlık, Batıcılık; Müslümanlık, kişisel maneviyat haline getirilmiş, Türklük, bir ırk adından ziyade hukuki bir temsil diye anlaşılarak kimliğin tutkalı yapılmaya çalışılmıştı. Siyasi merkezi yönlendirecek değerleri yanlış tespit ettikleri yetmiyormuş gibi bir de bu deli gömleğini toplumun giymesini ve toplumsal merkezin ona göre şekillenmesini bekliyorlardı.
Tek Parti Dönemi süresince, kimi zaman safça ama çoğu zaman despotça zihinlerindeki gerçeğin toplumda yansıması hayaliyle yaşadılar. Toplum ve devlet arasındaki açı arttıkça arttı. Siyasetin yürütülüş biçimini ve değerlerinin kendisiyle alakasızlığını gördükçe giderek daha çok insan resmi ideolojinin cenderesinden kurtuldu. Devlete rağmen “toplumsal”ın kendi kuralları işledi. Çok Partili Dönem’de CHP’nin suni siyasi merkezinin yanına toplum, DP çizgisini yerleştirdi; sonra yavaşça bünyesine hiç uymayan CHP’i merkezin dışına itmeye başladı. Vesayet sistemi, aklını başına devşirmek yerine topluma darbeyle karşılık verdi; çaresizliği daha görünür hale geldi.
Ak Parti, Milli Görüş Hareketi’nde mayalanmış, DP çizgisinin kendilerinden önceki mücadelesi ve kazanımlarıyla kucaklaşabilmiş bir siyasi yapı olarak ortaya çıktı. 2002’de çoğumuzun sandığı gibi, sadece iktidara gelmek için bir program değişikliğine gitmediğini, tüm bu süreci, merkezi değerleri ve toplumsal merkezi en iyi analiz ederek siyaset yapmak istediğini icraatlarıyla ispat etti ve siyasi merkeze yerleşti. 2002’de onun merkez partisi olup olamayacağını tartışmaya çalışanların (ben dâhil) gözlerinin önünde oldu bu gelişme ve şaşkınlıktan dilleri tutuldu.
Devletin onca baskı ve zoruna rağmen kendi değerler sistemini işleten ve merkezini oluşturarak siyasete müdahil olan toplum, birkaç siyasi kekelemeden sonra, nihayet Ak Parti ile gerçek bir temsilcisini bulduğunu düşünüyordu. Merkezi değerler, Ak Parti programıyla örtüşüyordu: Tarihiyle, geleneğiyle barışık olmak, hem modern dünyadan hem İslam dünyasından kopmamak… Ortak vatanda ve tek bir bayrak altında, kişisel, etnik ve mezhebi kimliklerini ifade edebilen, hür ve eşit vatandaşlık ilkesine göre yaşamak… İstiklal ve bağımsızlığının simgesi olarak millet iradesinin egemen olduğu Cumhuriyet’e kıskançlıkla sahip çıkmak…
Artık yol bellidir. Bundan böyle olağan demokratik işleyiş içinde, her türlü siyasi hareket serbestçe faaliyet gösterebilir ama bu değerlerden ve onları rehber alarak yaşayan toplumsal merkezden bağımsız siyasi bir merkez olamaz. Böylesine dinamik bir toplumda bırakın bireysel diktatörleşmeyi, darbeler bile artık uzun süreli hayat bulamaz. Toplumsal merkez, her zaman siyasi merkeze alternatif yeni aktörler gönderebilir. Ama kim ki, iktidar olmak istiyorsa, söylemine, programına bir biçimde bu değerleri katmak zorundadır. Ve onun en az Ak Parti’nin performansında olması şarttır.
Sadece 7 Haziran Seçimleri’nin değil, önümüzdeki en az üç seçimin sonuçlarını da böylece yazmış olduk…
Kaynak: Yeni Şafak