Öyle davran ki!
Gündelik hayatta öylesine kullanıverdiğimiz birçok kelimenin asıl manası üzerinde kafa yormaya kalktığımızda dara düşeriz. Düşünce insanları ise tam da bizim bıraktığımız yerden başlar, düşünür dururlar. Onların en çok fikir geliştirdikleri, anlamaya çalıştıkları konulardan birisi de “ahlak”la ilgili. Ahlakın ne olduğundan tutun da kökenine kadar birçok alanda tam bir fikir birliği yok. Bazılarının ağzına baksak, neredeyse, her kültür, her toplum sayısınca değişik ahlak anlayışları olduğuna inandıracaklar bizi. “Hayatın Anlamı Var Mı?” kitabımda ahlakı yaslayacağımız ortak, evrensel bir zemini bize sağlayabilecek bir düşünür aradım ve şunları yazdım.
Öyle bir düşünür bulalım ki, günümüzün, modern zamanların insanı olsun, bizim derdimizi anlasın. İnsanın psikolojisinde ahlakın neredeyse doğuştan itibaren demirlemiş olduğu fikrine yabancı olmasın. “İyi” insan olma yolundaki önerileri aklımıza yatsın. “Herkesin iyisi, doğrusu kendine” tezindeki göreliliği, rölativizmi bertaraf edecek, bizi insaniyette buluşturacak görüşlere sahip bulunsun. Öyle bir düşünür bulalım ki, kuru kuru özgürlük şakşakçısı olmasın, özgürlüğümüzün iradi bir varlık oluşumuzla ilgili olduğunu bilsin. Özgürlüğümüzün insan olarak özel oluşumuzdan kaynaklandığına, özel olarak yaratıldığımıza, Yaratıcıya inansın.
Aradığımız düşünür, benim için Alman Aydınlanması’nın büyük filozofu İmmenuel Kant’tır. Kendisinden önceki ahlak felsefelerini yalnızca mutluluğu ve faydayı amaçlamaları, koşullara bağlı olmaları ve evrensel olamamaları nedeniyle eleştiren Kant, onların yerine “ödev ahlakı”nı önerir.
Her insanın, her topluluğun mutluluğa, faydaya ulaşmak için çabaladığı, canlıların kendi rahatlıklarını amaçladıkları doğrudur. Lakin Kant, hayatın amacının yalnızca bu nokta-i nazardan görülmesini, tecrübelere ve duyulara fazlaca güvenilmesi ve amacın dürtülerin doyurulmasıyla sınırlandırılması olarak görür. Mutluluk ve faydayı esas alan anlayış, akıllı bir varlık olan insan için eksizlik ve haksızlıktır. Mutluluk ve fayda için de akıl gerekir ama bu dürtüleri ve istekleri yöneten teknik, araçsal akıldır. Ama insanın bunun haricinde bir de iradeyi yöneten pratik, ahlaki aklı varır. Doğa yasaları gibi ahlakın da bir yasası vardır ama bu yasa, insan iradesini, doğa yasalarının doğadaki nedenselliği yönetmesi gibi yönetmez; “yapmalısın!” diye buyurur. Ahlak yasası olan “yapmalısın” buyruğu, insanın iradesini yönetir; doğa yasası ise, olup biten bütün doğa olaylarını…
Mesela “tutumlu ol!” buyruğu, genellikle “eğer paranı iyi kullanırsan, hastalıkta ve yaşlılıkta işe yarar” anlamında kullanıldığı için çıkarla, yani araçsal akılla ilgili olduğundan ahlaki bir buyruk değildir. Ama mesela “yalan söylememelisin” buyruğunda bir gizli yarar yoktur. İşte ahlaki buyruklar, hiçbir “eğer” şartı içermeden yalnızca buyurdukları için “kategorik” niteliktedirler. Ahlaki buyruklar, duruma ve şarta bağlı değillerdir; tüm insanlardan, hangi durumda olurlarsa olsunlar, buyrulanı yapmalarını isterler.
Nasıl Newton çekim yasasını “en yüksek doğa yasası” olarak görüyorsa, bütün ahlaki buyruklar da aslında tek bir yüksek buyrukta toplanabilir: “Öyle davran ki, senin iradenin düsturu her zaman aynı zamanda genel bir yasanın ilkesi olarak geçebilsin”. Ya da: “Öyle davran ki, bu davranışında insanlığı hem kendinde hem de diğer insanların her birinde her zaman bir amaç olarak göresin; asla bir araç olarak kullanmayasın”. Kant, bu genel yasayla, hayattaki tüm eylemlerin ahlaka uygun olup olmadıklarını, kesin olarak gösteren bir ölçüt vermek istemektedir. Evrensel ve en yüksek buyruk, daha kolay bir şekilde, “Öyle hareket et ki, bu hareketinde, insanlığı (insan olmayı), hem kendinde, hem de başka insanların her birisinde, her zaman bir amaç olarak alasın ama asla araç haline getirmeyesin” diye de ifade edilebilir.
İnsan, Yaratıcı’yı temsil eden özgürlüğü, sonsuzluğu da duyularıyla bilemez, onlar doğa yasalarının üzerindedir. İnsan özgür olduğunu bilir ama ona bu bilgi duyularından gelmez, tıpkı ahlak yasası gibi içeriden, doğadaki nedenselliği aşan bambaşka bir yerden gelir. Eğer duyularımızı aşan, “yapmalısın” diye buyuran bir ahlak yasası olmasaydı, özgür olduğumuzu savunmaya hakkımız da olmazdı. Özgür olduğumuzu ahlak yasası dolayısıyla biliyoruz. Aynı şekilde insan özgür olmasaydı, ahlak yasasının da hiçbir anlamı olmazdı. İrade sahibi her insan, insanlığın taşıyıcısı olarak son tahlilde kutsaldır. Bu nedenle diğer insanlara karşı, isteklerimizi aşan, en ahlaki, en nitelikli hissiyatımız saygıdır. Her insan, davranışlarıyla değil ama insan olması hasebiyle saygıyı hak eder. İnsanlık onuru, bizatihi kutsaldır. Her insan, insanlığın taşıyıcısı olarak onuruna saygıyı hak eder. Batı’dan arada bir Kant gibi armağanlar da geliyor. Toptancılık yapmamalı, kıymetlerini bilmeliyiz.
Kaynak: Yeni Şafak