Paradan ve bize tesirinden konuşacağız ama
Helal rızık için çalışanlar, gayretleriyle insanlara iş imkânları açanlar, yanlarında çalışanların emeğinin hakkını verenler, kazandıklarından ihtiyaç sahiplerinin, devletin ve toplumun hakkını ayıranlar, onlara ne sözümüz olabilir duadan başka. Onlar, ülkemizin de toplumumuzun da gücüdürler. Allah onların sayılarını da, kazançlarını da çoğaltsın. “Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka bir şey değildir” (Enfal/28) ayetinden yükselen bilinci onlardan eksik etmesin. Ama bir de Ahmet Tabakoğlu Hocaya şunları söyletenler var: “Parayla olan imtihanımızı kaybettik. Gerekçe; zengin olursak itibarımız artar. Oysa zenginliğin sorumluluk isteyen bir şey olduğunu unutup paraya esir olduk. Makam, mevki peşinde koşarak hayatımızı garanti altına almayı amaç edindik… Hatta makam-mevki uğruna, istikbal uğruna ‘Müslüman Müslümanın kurdu’ haline geldi.” (Düşünce Dergisi, “Para” sayısında yapılan mülakat) İşte bu sebeple, bir süreden beri ben de söz almaya, paranın felsefesi ve psikolojisi üzerine okumaya, düşünmeye, yazmaya karar verdim.
İnanan insan için, Allah’ın sözü, her işin başı, her olup bitenin temelidir. Ne ki insana “akletmez misiniz?” denmiş, bu buyruğa binaen “tüm kitaplar tek bir kitabın anlaşılması içindir” anlayışı yerleşmiştir. “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarına işaret eder” der Wittgenstein. Söz, varlığın evidir. Varlık sözle dile gelir, bu dili kendi ahvalimizce anlamadan Hakikat ile irtibat kuramayız. Bugünün dünyasında söz, felsefeyi de bilimi de ırmağına katarak akmaya devam ediyor.
Kelimelerin, kavramların etimolojilerinin, tarih ve kültürler boyunca değişen anlamlarının ne olduğunu, insanın anlama yetisinin gücünü ve sınırlarını hesaba katmadan yapılan akıl yürütmeler, pek de âlimane olmuyor. Bilincimizi Hakikat’e doğru sıçratmıyor. Mesela “ruh” kavramını ele alalım… Kur’an-ı Kerim’de “ruh” kavramıyla ilgili hem geleneksel tefsirlerden hem de ilahiyat fakültelerinde yapılmış çalışmalardan o kadar çok şey öğrenmek mümkün ki… Bu bilgiye ulaştığınızda ilk fark ettiğiniz şey, “ruh” konusundaki ayetleri (âlimane bir tarzda) anlamanın ve yorumlamanın ne kadar zor olduğudur. Bu zorluk bir yana, bir de modern zamanlarda hemen her dilde yaşanan anlam kaymaları var. Türkçe’de de “ruh” dediğimizde öyle farklı şeyler anlıyoruz ki bugün. Uzmanlık dalımın adı, resmi kayıtlara göre “ruh sağlığı ve hastalıkları” fazla söze hacet var mı?
Çok uzattım kusuruma bakmayın. Paranın hayatlarımıza tesiri konusunda konuşacağız ama bu konunun gerçekten çok zor ve dallı budaklı olduğunu ifade edebilmek için bu kıvranışlarım. Konuşmalıyız ama konuştuğumuza değmeli, sözün hakkını vermeliyiz. Söz alanın ne hakkında konuşacağını iyice belirlemesi, sınırlarını aşmamaya özen göstermesi gerekiyor.
“Ekonomi” kelimesinin tarihsel değişimi bile insanı ürküyor. Eski Yunan’da “économique” “eve, aileye ait olanın yönetimi yasası” manasına geliyor. İlk kez 1615 yılında Fransız Antoine Montchretien’in çalışmalarında rastladığımız “ekonomi politik” ise, eve, özel olana ait olanla devlet yönetimini birlikte düşünmeyi tarif ediyor. Ekonomi politik ile birlikte dini ve geleneksel ahlaki perspektif terk ediliyor; insana “homo economicus” denilmesinin yolu açılıyor. Giderek ekonomi, “kıt kaynakların sonsuz ihtiyaçlar arasında dengeli dağıtımını sağlamaya çalışan bilim” diye kendine bilim dünyasında yer bulmaya çalışıyor, “milli ekonomi”, “makroekonomi” adları gündeme geliyor. Tüm bunlar, ekonominin “saf bilim” olarak sınıflandırılması için henüz yetmiyor. Bunun için belirsizliğin de tarihsel bağlamın da ortadan kaldırılması, matematiğin yol göstericiliği gerekiyor. Bunu termodinamik analizde kullanılan matematiksel modelleri iktisadi bir çerçeveye aktaran 1970 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Paul Samuelson başarıyor. 1970’den itibaren ise küreselleşme ile birlikte finansın mekânsal ve siyasal sınırları aşarak liberalize olmasından bahsediliyor.
Üzerinde konuşmak istediğimiz paranın mübadele aracı, değer ölçüsü ve değer stoku olarak işlevleri de tüm bu süreç boyunca değişiyor. “Kâğıt paranın mahiyet ve kaderini, daha kâğıt para bir dünya fenomeni haline gelmeden, iktisatçıları kıskandıracak bir bilgelikle ele alan Goethe oldu” diyor Mustafa Özel ve Faust’taki hikâyede, bütçe açığının kâğıt parayla kapatılması ve ekonominin canlanmasını, önce insanın sonra devletin ruhunu şeytana satması olarak niteliyor. Nasıl ekonomi politik, paraya dini bakışı bitiriyorsa, kâğıt para da diğer metallerden altın elde etme çabası olan simyayı sona erdiriyor. İşte biz, kâğıt para icat olduktan sonraki dünyada, ki bu dünyada öncekilerden çok ama çok farklı, felsefenin ve psikolojinin sınırları içinde kalarak paranın bize tesirini konuşmaya çalışacağız. Yapabilirsek…
Kaynak: Yeni Şafak