Paranın felsefesi
Yaşadığımız modern zamanlarda paranın bize olan tesirini, girdabına alıp bizimle nasıl kedinin fareyle oynadığı gibi oynadığını, yani paranın felsefesini ve psikolojisini konuşacaktık. Ama önce bir hakkı teslim etmek gerekiyor. Bu konuda kim ne söylerse söylesin, diyecekleri Alman sosyolog Georg Simmel’in yazdıklarına dipnot düşmekten ibaret kalacaktır. Bizimki de öyle…
Simmel, akademi dünyasında hakkı yenmiş dehalar arasında ön sıralarda yer alır. Sosyolojiye alabildiğine özgün ve derinlikli bir bakış getirmesine rağmen, adı Marx ve Weber’in hep gölgesinde kalmış, akademiye ancak hayatının sonlarına doğru 56 yaşında kendisini kabul ettirebilmiş. 10 yıl önce “İnsan Kısım Kısım: Topluluklar, Zihniyetler, Kimlikler” kitabımı yazarken insanın grup-varlığına sosyolojiden gelen katkıları araştırdığım sırada Simmel’i tanıdım. Sosyolojiden gelen katkıları, sadece “Georg Simmel’in ihmal edilmiş sosyolojik kavrayışı” başlığı altında ele alacak kadar hayran oldum. Sosyolojiyi insanın fıtratın-dan ve insan ilişkisinden kalkarak ele alıyor Georg Simmel. Bu yüzden ona “sosyolojinin Freud’u” unvanını verenler var. Ama bence bu tanım yetersiz. Simmel, psikolojinin ve bilinçdışı arzuların toplum yaşamındaki ve tarihteki akışını ve önemini, çok daha önce kavramış ve daha iyi ifade etmiş, üstelik dürtü teorisinin saçmalıklarına düşmemiş. Freud’un “Uygarlığın Hoşnut-suzlukları” kitabındaki Simmel etkisini de şuracığa kaydetmeli.
“Tarih eğer bir kukla oyunu olmayacaksa, ruhsal olayların tarihidir… Her ne kadar tarih biliminin yalnızca bilinçli süreçlerin tarihini anlatmakla görevli olduğu iddia edilse bile, yine de bilinçsiz süreçler bilinçliler arasına öyle çeşitli şekillerde girerler ve zamanla onların zeminini öyle hazırlarlar ki, bunların yardımı olmadan bilinçlilerin tam açıklamasına ulaşılamaz… Eğer yasa bilimi niteliğinde bir psikoloji var olsaydı, o zaman tarih bilimi, aynı astronominin uygulamalı matematik olması gibi, o anlamda uygulamalı psikoloji olurdu.” Psikolojinin önemini böylesine ustaca fark eden Simmel’in sosyolojisinde de bu derin bakış belirleyici. “Ne ‘toplum’ kavramı ne de ‘birey’ kavramı, sosyoloji için temel kavramlar olabilirler. Bu durumda sosyolojiye bilim olma liyakatini sağlayacak olan bir nihai dayanak noktası bulunmadığından… dayanılacak nokta olarak geriye toplum kadar bireyin de içinde hayalet gibi kaybolup gittikleri ‘karşılıklı etki’ dışında hiçbir şey kalmaz. Sosyolojinin özelde veya genelde açıklamaya çalışacağı temel nesne/konu ‘karşılıklı etki’dir…” Orada verili duran bir toplum fikrine karşı olan Simmel, daha çok toplumsallaşmanın nasıl olduğuna verir dikkatini. Gerçekliğin bilgisine ancak, her süreci en basit motiflerine kadar analiz ederek ve bunun için de her yerde iç içe geçmiş bir örgü halinde olan toplumsal iplikleri çözerek ulaşılabile-ceğini düşünür.
Simmel’e göre, toplum karmaşıklaştıkça insanların niceliksel ve yapısal bağımlılıkları artar. Modern kültürde toplumsal farklılaşma derinleşirken, toplumsal bağımlılıklar kişiyi şeyleştirecek boyutlara ulaşır; bir trajedi ortaya çıkar. Simmel, Marx’tan çok farklı bir düşünceye sahiptir. Onun gibi ekonomik ve sosyal problemleri kapitalizme özgü görmez, sorun, insanın fıtratındadır.
Simmel için yakında ve kolay elde edilen ile uzakta ve zor elde edilen şeyler değil çok yakında, ulaşılabilir ve aynı zamanda büyük çaba gerektiren şeyler değerlidir. Modern yaşantıda para, hem mesafeyi tesis etmek hem de güçlükleri aşmak için gerekli teçhizatı sağladığından çok önemlidir ve çağın ruhunu temsil eder. Takas ekonomisinden farklı olarak modern ekonomide para sayesinde sonsuz bir mübadele serisi mümkün hale gelir. Para nedeniyle dünya daha fazla şeyleşirken insan da daha fazla yabancılaşır. Bu nedenle önce “Paranın Psikoloji”ni, ardından, dilimize de çevrilmiş olan muhteşem eseri “Paranın Felsefesi”ni yazar.
Simmel para ekonomisi ile rasyonalitenin egemenliği arasında da bir bağ görür. Bunların ortak yönleri, insanların ve eşyanın ele alınışındaki tarafsızlıklarıdır. “Para, eşyanın çeşitliliğini ortak ölçülebilir kılmakla, bunlar arasındaki tüm niteliksel farkları sadece onlara biçilen miktar farkı aracılığıyla ifade etmekle, renksizliği ve ayırımsızlığı dolayısıyla tüm değerlerin ad koyucusu olarak kendini ileri sürmekle; en korkutucu kodlayıcıya dönüşür. O, eşyanın özünü oyar, özgüllüğünü, özel değerini, karşılaştırılmazlığını, kendisinden kurtulmanın imkânsız olduğu bir biçimde kemirir… Hatta para sadece ekonomik yaşama damgasını vurmakla kalmaz; üstelik tüm yaşam stiline, yaşam görüşlerine, değersel tavır almalara ve insanlar arasındaki karşılıklı ilişki formlarına da damgasını basar; yaşama temposunu belirler.”
İslam ekonomisi, İslami bankacılık gibi başlıklar altında Müslümanların faize ve kapitalizme direnme çabaları takdire şayan ama galiba asıl umut, paranın rolünü deşifre eden ve hallaç pamuğu gibi attığı ruhlarımızı ferahlatmayı başaran çabalardan gelecek.
Kaynak: Yeni Şafak