Protez psikoloji: Covid19’un yol açtığı yeni haleti ruhiye
Post korona dönemi diye bir kavram çıktı ve bu sürecin ekonomiden siyasete tüm alanlarda büyük bir değişim yaratacağı, yönetim modellerinin hatta küresel sistemin değişeceği ve farklı bir dünya liderliğinin ortaya çıkacağı dillendirildi.
Bu konuda ne düşünüyorsunuz, dünya Korona öncesi ve korona sonrası şeklinde bir süreç yaşayacak mı?
Çok olağanüstü günlerden geçtiğimiz, insanlığın bundan sonraki gidişatını belirleyecek önemli bir virajdan geçtiğimiz doğru. Ama şunu da unutmayalım: Zihnimiz her şeyi formülleştirmek, kolaylaştırmak, parçalara ayırarak değerlendirmek eğiliminde. İnanması güç cümleler duyduk hem de hatırı sayılır düşünce insanlarının ağzından. Sınıfsız toplumdan başka çaremiz kalmadığını söyleyenler de oldu; insan-insan ve insan-tabiat ilişkilerinde köklü bir değişim olacağını, büyük bir manevi aydınlanma yaşayacağımızı ileri sürenler de. İnsanın insanın gerçekten kurdu olduğu, kimsenin ötekini gözetmeden yaşayacağını, hayatta kalmanın tek erdem olacağı zamanların geldiğini iddia edenler de…
Gelin biz bu kolaycılığa düşmeyelim, daha titiz bir düşünceyle korona küresel salgınıyla birlikte nelerin nasıl değişeceğine odaklanalım. Doğrudur, birçok şey değişecek ama ne insan fıtratından kaynaklanan özelliklerimiz değişecek ne de kapitalizm ve tüketim kültürü. Hala küresel salgının içinde yaşıyoruz, hemen her şey belirsizliğini korumaya devam ediyor ama salgının etkisinin inişe geçtiği ülkelerde ve bu arada ülkemizde de gördük ki, eski hayat ve düşünme tarzları kaldığı yerden devam etme eğiliminde.
Pandemi öncesi dünyada zaten başlamış ama pandemiyle birlikte hem güçlenmiş hem güncellenmiş süreçler olarak genellikle şu üç husus vurgulanıyor: “Dijital çağın ilerleyişi, şirketlerin işlevinin yeniden tanımlanması ve ulus devletin yeniden yükselişi” … Ben de bu tespitlere katılıyorum. Kısa bir zamanda “Yeni dünya düzeni” gibi bir durum olamayacak, çünkü neresinden bakarsak bakalım, özellikle ABD-Çin gerilimi eksenli yine büyük çatışmalar görünüyor dünyanın fincanında. Öyle ki korona virüs küresel salgınının bile bu çatışmanın bir tezahürü olduğundan, biyolojik savaşın başka salgınlarla devam etme ihtimalinden bahsediliyor. Çok iyi niyetli bazı yaklaşımlar ülkeler arası dayanışmanın artmasını, Birleşmiş Milletlerin uzlaşma ve güven esasına dayalı yeniden örgütlenmesi ve küresel sorunlarda iş birliği yapılması gibi ihtimallerden bahsediyorlar. Ama bu ihtimallerin gerçekleşeceğini sanmıyorum; tıpkı 2. Dünya Savaşı sonrasında hem Birleşmiş Milletler kurulması hem soğuk savaşın sürmesinde olduğu gibi “esasen çatışma görünüşte uzlaşma” arayışları olacaktır, diye düşünüyorum. Küresel salgın sırasında ortaya çıkan panik insanların en temel ihtiyaçlarının “güçlü devlet”, “güçlü liderlik” ve “güven” olduğu şeklinde bir hissiyat ve zihin işleyişi oluşturdu. Çin gibi yönetiminde demokrasiden bahsetmeyen devletlerin sürecin yönetiminde nispeten başarılı olmaları bu algıyı pekiştirdi. Bu kavramlarda kendisini bulan ihtiyaçlar, piyasadan, hak ve özgürlüklerden çok önce gelirler ve insanlar sağlıklı bir yaşam için gerekirse mahremiyetlerinden vazgeçebilirler. Muhtemelen dünya siyasetinin gidişatını ve bundan sonra alacağı biçimi bu hissiyat ve zihin yapısı oluşturacak. İnsanlar teknodespotizme dahi bile isteye rıza gösterecekler. Devletlerin denetim faaliyetleri ve “tıbbi güven” adı altında denetimleri kolaylaştıran yeni bir ulusal ve uluslararası düzenlemeler gündeme gelecek.
Küresel salgının yol açtığı ekonomik sarsıntı, yaşlıların, çocukların, gençlerin, engellilerin, işsizlerin, salgın nedeniyle işsiz kalmış olanların yani tüm dezavantajlı grupların durumlarını daha da sıkıntıya sokacaktır. Küresel salgının sanıldığı gibi herkese eşit davranmadığı giderek daha belirgin hale gelecektir. Bu durum salgınla birlikte ortaya çıkan korku, endişe, travma, matem gibi olumsuz psikolojik tablolarla birleştiğinde şiddete ve suçlara çok kolay kapı aralayacaktır. Salgın boyunca çok ilginç bir biçimde insanların bir kısmının, beklenen sosyal uyum ve itaat davranışının tam aksine davranışlar sergilemeleri, bazı kişiliklerin bu durumu kaldıramadıkları ve artan tahammülsüzlüğün önemli toplumsal çalkantılara neden olabileceğinin işareti olarak yorumlanabilir. Bu nedenle tedbirlerde aşırı gitmemek, insanların tahammüllerini zorlamamak da yöneticilerin önünde dikkate almaları gereken bir husus olarak durmaktadır.
Bulaşma tehlikesinin en aza indirilmesine göre alınacak ve düzlenecek tedbirlerin şekillendireceği “yeni normal”e geçmeden önce böyle bir yeni dünyada Türkiye’nin rolüyle ilgili birkaç cümle söylemek isterim. Eğer tuzağa düşmez, provokasyonlarla yolundan sapmazsa, Türkiye’nin önünde büyük bir imkan duruyor. “Dünya beşten büyüktür!” itirazı ile bilinen Türkiye, geleneklerinden kaynaklanan yardımlaşma, dayanışma, merhamet hislerinin belirlediği bir adil bir düzen arayışını hem dünyada hem ülke içinde gündeme getirebilir, bu süreçte tüm dünyada yıpranan insan hakları ve demokrasi ve adalet kavramlarını ayağa kaldırmaya çalışabilir. Yani Alev Alatlı’nın birkaç yıl önce ileri sürmüş olduğu, “İnsanlığın iyiliği için Türkiye” mottosunu hayata geçirmek için uğraşabilir. Teknodespotizme yönelen dünya devletlerini insan merkezli bir anlayışla eleştirebilir. Sağlık sisteminin salgına direnç gösterebilmesinin avantajını adil bir düzen arayışıyla birleştirebilir. Tüm bunlar, “model ülke” olarak Türkiye’yi öne çıkarabilir ve dünya halkları nezdinde itibarını artırabilir.
Belli oldu ki, dünyada ve Türkiye’de ilişkiler bir süre “yeni normal” çerçevesinde ilerleyecek, insanlar maske ile, uygun fiziksel mesafe ile mikroplardan korunmaya çalışacaklar, yaşama tarzımız buna göre belirlenecek. Bazıları “yeni normal”i tüm hayatın baştan aşağı değişeceği şeklinde yorumluyorlar. Bu süreç nereye kadar uzanır, şimdiden kestirmek zor. Yatay mimarinin, sakin ve doğal çevrelere yerleşmenin, bisiklet ve sosyal medya kullanımının artacağı doğrudur. Sosyal temasın oldukça yoğun olduğu alışveriş merkezleri, seyahat, turizm, eğlence, sağlık, spor gibi sektörlerde çözüm arayışları sürmektedir. Oralarda gidişin nereye doğru olacağıyla ilgili değerlendirmeler yapmak için erken olmakla birlikte, tüketim toplumu özelliklerine halel getirmeyecek çözümler bulunacağı şeklinde bazı ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Salgın sırasında yaşanan tabloların artık kanıksanacağı, insanların salgın hastalıklardan kurtulma pahasına daha çok demokrasi-dışı yolları kabul edip benimseyecekleri ve yaşamlarının iktidarlar tarafından denetlenmesine, hatta belki de mahremiyet sınırlarını oldukça zorlayan, siber despotizme varacak tablolara izin verebilecekleri bir “yeni normal” durum olacak elbette. Ama bu değerlendirmelerde de ipin ucunu kaçırmamak, ifrata, tefrite düşmemek lazım. Kapitalizmle ve küreselleşme ile birlikte insan ilişkilerinin büyük bir değişim geçirdiği, egemen sistemin uzun zamandan beri insanı değil tüketimi ve teknolojiyi esas alan, dünyayı adeta insansızlaştırmaya çalışan bir yönetme tekniği uyguladığı, pandemiden sonra tüm bunların katlanarak artacağı doğru. Ama ben kalbi hasletlerin, sevginin ve merhametin yönetme teknikleriyle ila nihai idare edilebileceğini, insanların mahremiyetlerinden gönüllü olarak hep fedakarlıkta bulunacaklarını düşünmüyorum. Asla bazı düşünürlerin sandığı gibi “hayatta kalmaktan başka ahlaki değeri olmayan bir toplum” kurulamayacaktır, kimse böyle bir şeyi inşa edemeyecektir. Kalplerimiz yapısı gereği bu duruma isyan eder ve kendine bir yol arar. Eğer insan psikolojiyle ilgili bildiklerimin bir hakikati varsa, insanlar ne yapıp edip mahremiyeti, merhameti ve diğer erdemleri öne çıkaran bir hayat arayışına girecekler, buna uygun yeni siyasetler ortaya çıkacaktır.
Dünya daha önce kara veba, kuş gribi, domuz gribi, SARS, AİDS gibi salgın hastalıklarla karşılaştı. Kovid-19’un bunlardan farkı neydi?
Sorulması kesinlikle lüzumlu olan, en elzem sorulardan bir tanesi bu. Kovid-19 küresel salgınının tarihte daha önce görülen İspanyol gribi ve veba gibi pandemilerle ve zamanımızda ortaya çıkan diğer büyük salgınlarla olan farkını enine boyuna ortaya koymak ve değerlendirmelerimizi ona göre yapmak durumundayız. Önceki büyük küresel salgınlar, şimdiye kadar yaşadığımız kovid-19 salgınından çok daha öldürücü ve can yakıcıydı. Yaşandıkları dönemde dünyayı ve insanlığı hallaç pamuğu gibi attılar, her şeyi alt-üst ettiler. Ama sona ermeleriyle birlikte unutulmaları bir oldu. Kimse o zamanları bir daha hatırlamak istemedi. Buna rağmen kovid-19’un psikolojimiz, yaşama ve düşünme tarzlarımız üzerine olan etkilerinin daha kalıcı olacağından bahsedebiliyoruz ve böyle akıl yürütmekte de haklıyız. Çünkü şimdi bambaşka bir dünyada yaşıyoruz ve küreselleşme süreçlerinin zeminini oluşturduğu bu dünya için -dikkatinizi çekerim korona zamanları öncesi dünyadan söz ediyorum- düşünürler hiç de hayırhah şeyler söylemiyorlardı. Dünyanın elimizin altından kaçıp gittiğinden, çepeçevre korkularla sarılmış bir risk toplumunda yaşadığımızdan, eşitsizliklerin dayanılmaz ölçülerde artıp bir yağmaya dönüştüğünden, siyasi-ideolojik fanatizmin arttığından, kitlesel şiddete uygun bir vasat oluştuğundan, şüpheci, komplocu düşüncelerin “paranoid endemi” boyutuna ulaştığından bahsediliyordu. Zamanımıza “barbarlık çağı”, “yeni ortaçağ” gibi isimler veriliyordu. İslamofobi ve mülteci düşmanlığı alıp başını gitmişti. Sizin de isimlerini saydığınız pandemi boyutune varmasa da her gün haberlerde izleyip korku-kaygı heybemize attığımız viral salgınlar başlamıştı. O salgınlar üstüne düşünen bazı sosyal bilimciler, yıllar öncesinden viral pandemiler döneminin gelmekte olduğunu haber vermişlerdi. Tüm bunlar olurken geldi kovid-19 salgını; Çin’in Wuhan’ından başlayarak her gün adım adım önce gözümüzün içine sonra ülkemize ve evlerimize girdi. Her yeni enformasyonlarla an be an zihinlerimizde büyüyen travmatik bir oyuk oluşturdu. Kolayca iyileşmeyecek, salgın hangi biçimi alırsa alsın etkisi sürecek, bırakın hemen unutmayı, benzeri her tehlikede yeniden varlığını hissettirecek, canımızı acıtacak bir oyuk…
Küreselleşmenin virüsün yayılmasında nasıl bir etkisi oldu?
Cevabımın en hazır olduğu soru bu. Bu salgın küresel ama aslında bu salgın, hemen her yönüyle küreselleşmemenin neticesi… Küreselleşme sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasal, teknolojik ve kültürel çok boyutlu bir olgu. İletişim sisteminde görülen dev değişiklikler, küreselleşme sürecinin temelini oluşturuyor. Artık dünyanın bir ucundaki insanla anında iletişim kurabiliyor, sanal da olsa etkileşim içinde olabiliyoruz. Dünyanın herhangi bir yerinde olan olaydan saniyeler içinde haberdar olabiliyoruz, ellerimizdeki, masa-üstlerindeki akıllı aygıtlar sayesinde, hırslı bir bahçıvanın sürekli çiçeklerini hortumla sulamasına benzer bir biçimde biz de zihinlerimize enformasyon sıkıyoruz. Anında elektronik iletişim, sosyoekonomik düzeyimiz ne olursa olsun hayatımızın her zerresini kuşatıyor, ele geçiriyor. Sözüm ona geleneksel medyalar ayakta duruyor ama aslında medya dediğimizde birçoğumuz, bir süreden beri sadece sosyal medyayı anlıyoruz.
Yine küreselleşme sayesinde dünya ulaşım imkanları açısından da çok zenginleşti. Sabah gün batarken bindiğimiz bir uçak hava kararmadan bizi gezegenin en uzak köşesine bırakabiliyor. Kahvaltımızı, öğle ve akşam yemeklerimizi dünyanın farklı köşelerinde yememiz mümkün. Günümüz insanını en iyi tanımlayan sıfat, “turist” … Hepimiz turistiz, en az gezenimiz bile Evliya Çelebi’den daha çok yer görüyor. Dünyanın dört bir yanına koşturup duruyoruz, coğrafya bizim için engel değil artık.
Şehirleşmemiz ve mimarimiz de buna göre. İnsanlar büyük metropollerde, plazalarda, alışveriş merkezlerinde adeta arı kovanındaymış gibi, hepsi de benzer hayatlar yaşıyorlar. Ama her geçen gün daha da artan eşitsizlikleri, yoksul Güney ülkelerinden zengin Kuzeye devamlı bir insan selinin aktığını da tabloya eklemeyi ihmal etmeyelim.
Bütün bu anlattığım küreselleşme manzaralarını “virüs dolaşmaz, insan dolaşır” gerçeğiyle birlikte düşündüğünüzde, neden bu küresel salgın aslında küreselleşmenin neticesi dediğimi kolayca anlarsınız.
Koronavirüs’ün biyolojik bir saldırı olduğu yönündeki iddialar hakkında neler düşünüyorsunuz?
Ne düşünebilirim ki, biz sıradan insanlara sadece şüphelenmek ve kaygı duymak düşmüş bu bahiste. Benim de hepimiz gibi bu konuda şüphelerim, korku ve kaygılarım var. Akıl yürütebilmek için elimdeki veriler ve bilgiler çok yetersiz. Hal böyleyken tuzağa düşüp bu kadar az bilgiyle büyük büyük komplo teorilerinin içine atama kendimi. Ama şunu söyleyebilirim. Hani daha önce sormuştunuz ya, kovid-19’un diğer salgınlardan farkı ne diye. İşte birisi de bu. Tarihte ilk defa bir salgının biyolojik terör olduğundan bahsediliyor. Bir büyük ülke salgını çıkardığı ve yaydığı için bir başka büyük ülkeyi suçluyor. Koronayı “Çin virüsü” diye adlandırıyor, yetmiyor, Dünya Sağlık Örgütü’nü itham ediyor. Dünya sağlık Örgütü, güvenilmezliğini kanıtlayabilmek için peş peşe birçok hata yapıyor. Böyle zamanlarda sığınacak, güvenilir bir liman arayan biz sıradan insanların endişesi tüm bunlar karşısında tavan yapıyor. Zihnimizdeki travmatik oyuk iyice derinleşiyor. Yarın salgın tamamen bitti deseler, psikolojilerimiz kısa zamanda şifa bulmayacak ölçüde entoksike oluyor, zehirleniyor.
Yakın zamanda bir aşı veya etkili bir ilaç tedavisi geliştirilmesi mümkün mü?
Gerçekten bilmiyorum, ben sorunun daha çok psikososyal boyutuyla ilgiliyim. Sadece şunu söyleyebilirim. Kovid-19’a ilişkin tedavi ve aşı bulunsa bile bu virüs ve yol açtığı rahatsızlık zihnimizde, psikolojimizde ciddi bir hasar bıraktı. Küreselleşme süreçleriyle birlikte giderek artan korku-endişe, travma ve matem gibi psikolojik zedelenmeleri daha da pekiştirdi. Maalesef psikolojide ve sosyal psikolojiye “çiğ patlıcanı kırağı çalmaz”, “biz bunlara alışkınız” etkisi olmuyor, yaşadıklarımız bizi psikolojik bakımdan daha bağışık kılmıyor. Her harabiyet diğerlerini de tetikliyor, bizi daha zor bir duruma sokuyor.
‘Yeni normal’ kavramını ilk kullananlardansınız. Bundan kastınız nedir? Ne kadar sürecek bu süreç? Eskiye dönmek mümkün mü? ‘
Artık hayatımızda, psikolojimizde ve düşüncemizde birçok şeyin kovid-19 küresel salgınından önceki zamanlardan farklı olduğunu anlatabilmek, salgın bitse bile döneceğimiz şeyin salgın öncesi hayatlarımız değil daha başka bir şey olacağını anlatabilmek için “yeni normal” tabirini kullanıyoruz. Yeni normal sadece maske, mesafe ve temizlik diye formüle ettiğimiz tedbirler zinciri değil. Bu zincirle birlikte hayatımızın her alanında birçok değişiklik olacak. Eğitim, büyük ölçüde yeniden yapılanacak, eğlence, yeme-içme, seyahat, sinema, tiyatro, spor mekanları fiziksel mesafe kuralına göre düzenlenecek, turizm uzun süre eski düzenine kavuşmak için yeniliklere zorlanacak… Çevreci girişimler, çevreyle uyumlu ulaşım ve araçlar ilk anda artacak ama bunun uzun süreli olacağını sanmıyorum. Aynı şekilde yatay mimari ve kırsala gidiş eğilimlerinde de geçici bir artış olabilir.
İnsan ilişkilerinde eskiden farklı olarak ne olacak? Hayatımızda kesinlikle değişecek veya değişmeli dediğiniz ne var?
Artık şunu biliyoruz: Evden dışarı çıktığımızda maske takacağız, insanlarla etkileşim halindeyken gerekli fiziksel mesafeyi koruyacağız, hijyene her zamankinden daha fazla dikkat edeceğiz. Her yerde ve her yaş grubunda kontrollü bir sosyal hayat sağlamaya çalışacağız ve bunlar her yaş grubunda ve her yerde etkisini gösterecek. Fiziksel temas yabancılarla hemen tamamen yakınlarla kısmen sınırlanacak, selamlaşmaların değişmesi sürecek, tokalaşma belki uzun süre yapılamayacak, sarılma ve yanak yanağa öpüşme ise çok özel bir davranış haline gelecek… Ev ziyaretleri, kalabalık yerlerde buluşmalar azalacak, internetten alışverişlerin alış veriş merkezlerine tercih edilecek, evden ve esnek çalışma, uzaktan eğitim, görüntülü toplantılar, elektronik imza öne çıkacak… “Kalabalıklar” artık uzun süre korku yaratacak, dijital sosyalleşme yöntemleri, internet ve sosyal medya kullanımı artacak. Toplu taşıma birçokları için çekinilecek bir hale gelecek…Tüm bunlar olurken bir yandan da bu süreçte daha önce evdeyken başkalarının görmediği, psikolojimizde ortaya çıkan hasarlar kendilerini daha kolay belli edecekler, onlarla uğraşmak epey vaktimizi alacak.
Bunlar “yeni normal” sürecinde olacağını öngördüğümüz ve aslında bulaşma tehlikesi esas alındığında olması gereken psikososyal hadiseler. Bir de yine olacağını öngördüğümüz, normalleşmenin ilk aşamasında dahi hemen uç vermeye başlayan “yeni normal”i anlayamamış ya da yanlış anlamış bazı gelişmeler var. Mesela başta emeklilerimiz olmak üzere birçok insanımız artık çok sıkıldıkları ve yazlık beldelerin daha güvenilir olduğu gerekçesiyle oralara akın ediyorlar. Elbette tatili hak ettiler ama korona ile mücadelede bu pek akıl alır bir tutum değil. Zira mücadele sürüyor ve sağlık tesisleri, teşhis ve tedavide hızlı hareket etme açısından büyük şehirlerimiz daha avantajlı… Yine aynı şekilde korona ile mücadele edeceğiz derken geleneklerimizden mi olacağız diye asker uğurlama törenleri, nişan, düşün merasimleri, cenaze taziyeleri, mevlid ve özel toplantılar gibi topluluk davranışlarından bir türlü vazgeçemediğimiz durumlar söz konusu… Salgının iniş gösterdiği şu dönemde yeni vaka sayılarının beklenen oranda azalmamasından büyük ölçüde bu tedbirsiz davranışlarımız sorumlu. “yeni normal”i iyi anlatmalı, bunları mutlaka düzeltmeliyiz.
Ölümler oldu? Cenaze törenleri yaslar çok farklı oldu? İnsanlar matemlerini doğru dürüst yaşamadı. Hatta ‘komplike matem’ tanımını kullanıyorsunuz bunun için. Nedir hocam komplike matem? Bu yaşayan insanlar için ne yapmalı? Neler önerirsiniz?
Sadece ölümleri değil, bu süreçte hastalanan, kovid-19 hastalığına yakalanan, sosyoekonomik durumlarında ciddi sarsıntılar geçiren, evlenemeyen, hayat pğlanalrı aksayan binlerce insanımızın kayıplarını da “matem” tepkisi içinde düşünmeliyiz. İnsanın temel ihtiyaçlarından birisi kayıplarının ardından yas tutabilmesidir. Sağlıklı bir psikoloji yas tutabildiği için sağlıklıdır. Kayıplarımızın yasını tutamadığımızda, vedalaşamadığımızda bunlar psikolojimizde hasar yapar, bir gün bumerang etkisiyle olmadık zamanlarda karşımıza çıkar. Tutulamayan yasın sorumlu olduğu depresyona benzer kederlilik, kolay öfkelenme, şüphecilik, güvensizlik tablolarına “komplike matem” diyoruz. Ben elimden geldiğince insanlarımıza, yetkililere bu süreçteki psikolojik sorunların korku ve kaygı ile sınırlı olmadığını, salgının travma ve ilişki sorunları boyutunu, yaşanamayan matemlerin yol açacağı dertleri anlatmaya çalışıyorum. Salgın tehlikesi azalır azalmaz hızla normalleşme süreçlerine geçmeye çalışmamızı, matemlerin komplike hale gelmemesi için normalleşmede sanki kaybımız yeni olmuş gibi mezar ziyaretleri yapmayı, taziyeler düzenlemeyi, psikolojik yardım için baş vurmayı, ekonomik ve sosyal kayıpları toplumsal dayanışma ile el birliğiyle aşmaya çalışmayı öneriyorum. Mutlaka yapılamayan düğünlerin yerine ikame olabilecek eğlenceler tertip edilmesini tavsiye ediyor, aksi takdirde yapılamayan düğünlerin bile bir hatıralarımıza bir hüzün hali olarak yerleşebileceğine dikkat çekiyorum.
Hocam bir online canlı yayında ‘protez psikoloji’ tanımını kullanıyorsunuz. Bu tanımı biraz açar mısınız, protez psikoloji ne demek?
Evet, “protez psikoloji” kavramını önerdim, zira hem akılda kalıcı hem psikolojimizde olup bitenleri açıklamaya imkan veren bir kavram. Cep telefonu, tablet gibi akıllı aygıtları ellerimizden düşürmemeye başladığımızda, onların artık protez uzuvlarımız olduğunu söylemeye başlamıştık. Korona zamanlarında fark ettim ki, bu süreçte ortaya çıkan ve çığ gibi üstümüze gelen kaygılarla baş edebilmek için onun hafif ve orta şiddetteki şekillerini “normal” olarak görmek, onunla yaşamaya alışmak gerekiyordu. Bunu insanlara anlatabilmek için dişimizde bir sorun olduğunda nasıl yeme-içme faaliyetlerimizi bu gerçeği bilerek sürdürmemiz gerekiyorsa şimdi de bununla yaşamalıyız diye verdiğim örnek kolayca anlaşılıyor, benzetme işe yarıyordu. Salgın sonrası psikolojimizin bu durumdan pek de öyle sanıldığı gibi kolay çıkılamayacağını artık “protez psikoloji” kavramıyla izah ediyorum. Küresel salgın psikolojilerimizde o kadar ciddi bir etki yaptı ki, adeta psikolojimizin içinde yeni bir protez bölüm açıldı. sanıyorum psikolojilerimizde açılan bu protez bölümü, salgın sonrasında da uzun süre muhafaza edeceğiz, sanki salgın veya bir salgın ihtimali varmış gibi yaşamayı ve davranmayı sürdüreceğiz.
Röportaj: Gülsüm İncekaya
Fotoğraflar: Esra Hacioğlu
Kaynak: Anadolu Ajansı