Rüya
Baştan söyleyeyim; görme engelli kardeşlerimizin nasıl rüya gördüğü üzerine kafa yormamışsanız, rüya konusundaki bilgileriniz hayli yetersiz ya da ezbere dayalıdır. Rüya konusunda konuşabilmek için bugünkü bilimsel bilgimize göre ikinci bir soruya da akla yakın bir cevabınız olması gerekir.
O da hayvanların rüya görüp görmediği hakkındadır. Merak etmeyin bu konuda bilimsel epey yayın var. Bilimsel bilgilerimizi popüler dile aktarabilen kitapların en iyilerinden birisi D. Daraaisma’ın “Düş Dokumacısı” (Metis Yayınları, Çeviren: T. Yalnız)… Görme engellilerin algı sistemleri ve zihin işleyişleri hakkında daha ayrıntılı ve somut bilgi edinmek istiyorsanız, dünyanın tanıdığı görme engelli ressamımız Eşref Armağan’la ilgili belgeseli internette bulup seyretmenizi öneririm.
Rüya üzerine epey kafa yormuş, yüzlerce rüya dinlemiş bir ruhiyatçı olarak şöyle bir formüle ulaştım. Rüyalar hakkında bu formülden kalkarak değerlendirme yapıyorum: İnsan, konuşan değil dili olan, simgeleştiren bir varlık. Hayvanların kendi aralarında bir haberleşme, bir iletişim sistemleri olduğunu artık biliyoruz ama insan gibi yaşantılarını, duygularını, düşüncelerini anlatıya dökemiyorlar, hikaye edemiyorlar. Oysa insan hem kendi yaşadıklarını hem başkalarından görüp duyduklarını hikaye edebiliyor. İnsan, hayat, dünya, insanlar ve daha önemlisi kendisi hakkında bir hikayeye, bir anlatıya sahip. Rüya da insanın hikaye eden varlık oluşundan bağımsız değil. Bu yüzden rüya incelemelerinin bilimsel altyapısı ne söylerse söylesin bana göre, her rüya, son tahlilde bir hikayedir; hikayelerimizden bir hikaye… Bu yüzden hayvanların uyku çalışmalarından insandaki rüya uykusuna benzer beyin elektriksel aktiviteleri sağlanmış olsa da benim için açıktır: Sadece insan rüya görür, görme engelliler dahil…
Yarını, geleceği, öteyi, maverayı merak eder, oraya dair bir haber bekleriz. Bilimsel değerlendirmesi bir yana, psikolojimiz için o haberdir rüya. Ama çoğu zaman kendini hemen ele vermeyen, yoruma, tabire, yani hikayeye ihtiyaç duyan bir haber…
Bugün modern psikoloji ve tıp, uyku hakkında yüz yıl öncesiyle kıyaslanamayacak ölçüde fazla bilgiye sahip. Uykunun safhalarını, hangi safhada bedenimizde neler olduğunu, rüya ile bağlantısını ve daha birçok şeyi artık bilebiliyoruz. Ama henüz niye uyuduğumuzu ve niye rüya gördüğümüzü tam olarak söyleyebilmekten uzağız. Rüya muhteviyatının bize bir şey anlatıp anlatmadığı yani rüyanın nasıl tabir edilmesi gerektiği konusunda da bilimsel bilgimiz henüz yok denecek kadar az. Bu nedenle rüyalarımızı anlama, bir bilene tabir ettirme arzumuz, geleneksel dünyanın insanları kadar olmasa da hala çok canlı. Süren sadece kadim anlayış değil, mesela Freud’un psikolojik bakışına inananlar da tıpkı onun gibi rüyaları bilinçdışına giden kral yolu olarak görüyorlar. Onun rüyalarla ilgili söyledikleri birçok bakımdan bugünkü bilimsel anlayışımızla çelişse de tıpkı Freud gibi rüyanın görünen anlamlarının altında yatan örtük anlamı keşfetmeye çalışıyorlar.
Geleneksel dünyanın insanları için rüyalar biz modernlerden daha önemliydi. Din, onların dünya hayatlarında en önemli yol göstericiydi. Dini metinlerde de rüyalar vazgeçilmez önemde yer kaplıyordu. Biz Müslümanlar dün olduğu gibi bugün de Kur’ân-ı Kerim’deki rüyalarla ilgili kıssaların, ayetlerin hakikatine inanıyoruz, onları anlamaya, bugün bize ne söylediklerine bakmaya gayret ediyoruz. Hz. Yusuf’un rüya tabiri için “Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir” dediğini (Yusuf/37) biliyoruz. Hz. Peygamber’den (sav) nakledilen “Rüya üç çeşittir. Biri sahih rüyadır ki, Allah’tan bir müjdedir. İkincisi kişinin ruhuna konuşması yani bedenin ruha fısıldamasıdır; üçüncüsü de şeytanın kişiyi üzmesidir. Biriniz hoşlanmadığı bir şey görürse kalkıp namaz kılsın, onu kimseye söylemesin” gibi hadisler de dini hafızamızda kayıt altında.
Velhasıl, hepimiz rüya görüyoruz, üstelik bugünkü bilgilerimize göre “hiç rüya görmem” diyenlerimizin bile kesinlikle rüya gördüklerinden eminiz. “Rüya” kelimesini çoğu zaman olumlu anlamda kullanıyoruz. Onu kabustan ayırıyoruz. “Rüya gibiydi”, “Rüya gibi geldi geçti” diyoruz. Gördüğümüz rüyayı anlamaya çalışıyoruz, kimimiz bunun için özel tabirci buluyoruz. Hâlâ istihareye yatan kimseler olduklarını ve bazılarının onlara müracaat ettiklerini duyuyorum. Ben kendi adıma rüyaları bize özel bir anlatı olarak görmenin yanı sıra üstat Sait Başer, “düşünme”nin kendi içine, özüne, hakikatine düşmek manasına düşmekten kaynaklandığı yorumundan kalkarak değerlendiriyorum. Rüya, yani düş, insanın kendisiyle ilgili düşünmesi için bir fırsattır diye görüyorum. Rüyalara bakışım büyük ölçüde bu işe yıllarını vermiş dostum Prof. Dr. Hayrettin Kara’nın bakışıyla uyuşuyor. (Meraklısı Prof. Dr. Kara ile yaptığımız “İnsanlık Hali” programımıza bakabilir.)
Kaynak: Yeni Şafak