Sabır ve şükür, imanın iki parçasıdır ve biz ikisinde de sınıfta kalıyoruz
Prof. Dr. Erol Göka ve Rıdvan Tulum, Çabuk Konuşma’da bu ay, “insan artık, gündelik hayatta, iş hayatında, ikili ilişkilerde çabuk mu havlu atıyor?” sorusundan hareketle konuştular. Rıdvan Tulum sordu, Erol Göka yanıtladı.
Merhaba hocam, “eskisine göre çabuk mu havlu atıyoruz?” gündelik hayatta, iş hayatında, ikili ilişkilerde…
Son zamanlardaki tutum değişikliklerimizden biriyle ilgili şairce bir soru… Evet, kesinlikle öyle, artık kısa yol yolcusu ve yoldaşıyız. Ben ilk olarak son 10 yılda bu özelliği kendimde fark ettim ve bu durumu yaşlanmama bağladım. Doğru, insan yaşlanınca vaktini daha iyi ve hayırlı şeylere vermek, malayanilikten kurtulmak istiyor ama artık giderek hepimizin tutumu haline gelen bu kısa yolculuk haleti-ruhiyesi bundan çok farklı, daha ziyade bireycilik, çıkarcılık ve zora gelememek ile ilgili… Sabır ve şükür, imanın iki parçasıdır ve biz ikisinde de sınıfta kalıyoruz hep artık; iman etmeyen ve çoğu saçma birçok şeye inanan beşerler olmamızla da alakalı sanıyorum bu durum…
İnanmayı ve sabretmeyi de unuttuk ya da eksik bırakıyoruz. Ama çabuk havlu atmanın bir sonucu da şu değil mi: “Gerçek Öğrenmeyi” ıskalamak… Ya da hiçbir şey de derinleşememek…
Ah tabii ki öyle ama bu shortcuların (Biliyorsun borsada yatırımcılar kısa ve uzun vadeciler anlamında shortcular, longcular diye ayrılıyor. Biz de hepimiz borsada gibi yaşıyoruz zaten ve giderek shorta yöneliyoruz) yani bizim hayat bilgisiyle, hayattan öğrenmekle ilgili bir kaygımız, derdimiz yok ki… “En kısa sürede en yüksek doyum” (daha doğrusu doyum değil de zevk demek lazım; doyduğumuz falan yok zira) artık yaşama mottomuz bu. Böyle yaparak kendimize yazık ediyoruz aslında. Çünkü senin söylediklerine ilaveten gerçek saadetin hayattan öğrenmek olduğunu, hayattan öğrenerek nefsimizi olgunlaştırmanın ne anlama geldiğini bilmeden ölüp gideceğiz…
“Yaşadı denemez bir müddet ölmedi sadece”. Hayatımızın özeti bu dize sanki. Bu durumun toplumsal bir çözümü de yok sanırım. Bir model ya da uygulama? O kısmı çoktan geçtik değil mi?
Bu şairler beni öldürecek, ne düşünüyorsam onunla ilgili muazzam bir dize yazmış oluyor mutlaka birisi. (Bir şairler ezoterik örgütü yok değil mi bizim bilmediğimiz?) Kesinlikle yaşamak denemez bu yaşadıklarımıza… “Size yaşamak adında aslı imtihan olan bir ömür verdim ama onu tüketene kadar sınav salonuna bile girmediniz!” diyecek gibi geliyor yarın ahirette Yaratıcımız! Çözüm olmalı, yoksa umut olmaz, umutsuzluk da büyük günahtır Rıdvan kardeş.
Öyle bir örgüt kesinlikle olmalı kesinlikle (gülüyor). Peki bütün bunlar karşısında çoğu şey Erol Göka’nın yetkisinde olsa, o ne yapardı?
Çoğu şey yetkimde olsun istemezdim, vebali çok büyük zira… Ama öyle olsaydım, kesinlikle en az haftada bir kez, tercihen cuma günleri sabah namazından sonra Cuma namazına kadar, bu gidişe hayır diyen aydınlarla, sanatçılarla, bilhassa şairlerle, itiraz sahipleriyle muhabbet ederdim ve kararlarıma onların bakışını olabildiğince yansıtmaya çalışırdım…O bir kenarda dursun, ben farazi değil gerçek Erol Göka olarak, bütün bunlara karşı uygun tavrı arıyorum zaten. Mesleğimde, aile ve sosyal yaşamımda hayatı, insan hakikatini öğrenmeye ve öğretmeye çalışıyorum. Mütemadiyen hayattan, insandan ve dünyaya geliş amacımızdan kopmamaya gayret ediyorum. O yüzden Cins’teyim kardeş…
Eyvallah hocam, o vakit dünyaya geliş amacımızdan kopmamak dileğiyle…
Kaynak: Cins Dergisi, Kasım 2024 sayısı