‘Sadelikte asalet, tevazuda hikmet var!’
Mütevazılık, sürekli hale gelmiş bir özeleştiri kabiliyetidir. İnsanın kendinden kuşku duyabilme, haddini hududunu bilip kendi sınırlarına çekilme becerisidir. Bazı doğu inançlarından yayıldığı gibi kendini küçümsemek, nefsini tümüyle yok etmek, hazzı ve mutluluğu kendine yasaklamak, hak etmeyen karşısında alçalmak değil ne olduğunu ne olmadığını bilmek ve kendini öylece kabul etmektir. Alçaklık, aşağılık olmak, kendini olduğundan daha aşağıda görmektir, hak ettiği değeri kendine vermemektir. Oysa alçakgönüllülük ne olduğunu bilmek, gücünü her şey olarak görmemektir. Alçakgönüllülük kibrin küstahlığından fersah fersah uzaktır ama vicdan azabı ve utanç ile de bir alakası yoktur. Mütevazı insan, özür dileyip, kendini suçlayıp duran insan değildir. Başkasına olmadığı gibi kendisine yönelik de yersiz bir öfkesi yoktur.
Mütevazılık, kendini, başka insanları ve hayatı sevmektir. “Her gerçek sevgide alçakgönüllülük vardır” diye boşuna denilmemiştir. Ama mütevazılık, en çok da hakikati kendinden daha fazla sevmektir. Hakikati idrak etmeye çalışan insanın ilk fark ettiklerinden birisi faniliği, büyük deverandaki, dünya hayatında yerinin bir noktadan bile küçük olduğudur. Kendi hakikatini bilen insan samimidir de. O yüzden mütevazı insanın en berrak görünümlerinden biri de içtenliğidir. Bu samimiyet noktası, mütevazılığı, bizim defalarca üzerinde kalem oynattığımız hasbilik ve halislik diye adlandırdığımız otantik’liğe iyice yaklaştırır. Şu yazıda (https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/psikolojik-saglamliktan-fazlasi-hasbilik-2044326) ve birçok yerde hep vurguladığımız gibi, “hasbi insan, şeylerin biçimleriyle değil, bizatihi kendileriyle ilgilidir. Özgür ve cesurdur ama mutlak özgürlüğün imkânsızlığının farkındadır. Özgür olduğu kadar sorumludur. İnsanları incitmemeye, birlikte, dayanışma içinde hareket etmeye gayret eder ama yeri geldiğinde müdanasız olabileceğini de gösterir. Dik başlı, kimseyle uzlaşmayan biri değildir hasbi insan. İlişkilerine de azami ölçüde özen gösterir. Kulağı iç-sesindedir, sadece halinden memnun olmayı değil halinin de kendisinden memnun olmasını ister… Yanlış anlamamak gerekir. Halislik, hasbilik, ille de mutlu mesut bir hayat demek değildir, o bir yaşama tarzıdır; hayatı acısıyla tatlısıyla, sevinçleri ve kederleriyle kabul edebilmektir.” Tüm bu söylenenler, tevazu sahibi insan için de geçerlidir.
Kuru bilgi sahibi kibirli kimseyle gerçek bilgenin ayrım noktası olan tevazu, aynı zamanda narsisizmin panzehiridir. İnsanın kendisini nasılsa öyle kabul ederek kendiyle yetinmeyi bilmesidir. Bu haliyle her mütevazı insan aynı zamanda merhamet, şefkat ve cömertlik erdemleriyle de doludur. Kişi, ne kadar merhametliyse, cömertse o kadar mütevazıdır ya da tersi…
Mütevazılığa en yakışan yaşama tarzı sadeliktir; olduğu gibi olmak, -miş gibi yapmamaktır, spontanlıktır, içinden geldiği gibi olmak, kendiliğindenliktir. Sade kişi, adeta kendini unutmuş, olabilecek en yalın ifadesine indirgenmiştir. İkiyüzlülüğün, kompleksliliğin, kendini beğenmişliğin zerresi yoktur onda. Saftır ama aptallık ve bönlük semtine uğramamıştır. Sadelik bir erdem olarak entelektüel planda da geçerlidir. Havalı, karışık ifadelerle gerçeği olduğundan daha karışıkmış gibi göstermeye çalışmaz. Tam tersine zekânın karmaşık olanı basitçe ifade edebilmek olduğunu bilir. Sığ bir su kendini ancak bulanıklıkla saklayabilir.
Mütevazılık ve sadelik ikisi de yapmacıklığın, gösterişçiliğin tam karşıtı olmak noktasında birleşirler. Mütevazı-sade kişinin “gibi olmak” istediği, bir kimse, bir şey yoktur. Kendini de hayat gibi sorgulamadan, kabul ederek yaşar. Kendini ne över ne küçümser; ne çok ciddiye alır ne trajikleştirir; kanıtlamaya, üstün çıkmaya çalışmaz, neyse odur; ne yapıyorsa onu yapmaya devam eder, yorumlanacak, üstüne düşünülecek pek bir şey yoktur. Basit, berrak, hesapsız ama sabırlı ve huzurludur. Şimdiki zaman onun ezeliyetidir. “Âlem buysa kral benim” der gibidir ama üstünlük taslamaz, kimseyi tebaası olarak görmez. Hem çocuklarla iyi geçinir hem de çocuk gibidir. Bir ruh çocukluğu vardır mütevazı-sade insanda tertemizlik, saflık, kirletilmemişlik manasında… İnsan mütevazılığı, sadeliği başarabildiği ölçüde, narsisizme karşı bir panzehir elde ettiği gibi endişeye karşı rahatlığı, kaygıya karşı sevinci yakalamış, hayatın menfi ciddiyetini biraz hafifletebilmiş demektir.
Erdemler üzerine yazarken Andre Comte Sponville’den, onun “Büyük Erdemler Risalesi’nden (İletişim Yayınları) çok yararlanıyorum. Ondan hem öğreniyor ama çoğu zaman da ona zıt şeyler söylerken yakalıyorum kendimi. Mesela “Alçakgönüllülük erdemlerin en dinselidir” diyor ama Yaratıcı önünde diz çökme ve secde etmenin mütevazılıkla bağını bir türlü kuramıyor. Tıpkı Irvin Yalom gibi Eski Yunan’ın ölümlülük bilinciyle idare etmeye çalışıyor. Tıpkı Yalom gibi beni çok üzüyor.
Kaynak: Yeni Şafak