Şehir tutulması
16 Nisan halkoylaması sonuçları üzerine, gençlerin sergilediği istisnai tablo haricinde mutlaka bir alanda daha ayrıntılı sosyopsikolojik değerlendirme yapılmalı. Başta üç büyük şehir olmak üzere batıdaki büyük şehirlerde ve bazı ilçelerde “Evet” oylarının AK Parti’nin 1 Kasım oylarına kıyasla düşük çıkmasına kayıtsız kalınamaz… Çok dikkat çekici bu tablo üzerine bugüne kadar birçok görüş öne sürüldü. Hepsinin kendince haklılık payı olabilir ama bunlardan en önemlisi “şehirli muhafazakâr demokratların sahici itirazı” teziydi.
Bu teze göre, yeni gelişen şehirli dindar kesimler, artık AK Parti iktidarının ve belediyelerinin tüm icraatlarını onaylamıyor. “AK Parti’nin merkeze ve büyük şehirlere taşıdığı muhafazakâr burjuvazi, kendilerinin tanınma ve var olma talepleri karşılandıktan sonra, diğerlerinin de haklarını savunma, taleplerinin karşılanmasını” da istiyorlardı.
16 Nisan’da “muhafazakâr vicdan”ın sonuçlar üzerinde hayli etkili olduğunu ben de genel halkoylaması analizimde ifade etmiştim. Münhasıran, bu vicdanların büyük şehirlerde, muhafazakâr burjuvazi ve orta sınıflarda yer aldığını söylemem ise mümkün değil. Bu, kesinlikle çok aşırı ve dolayısıyla hatalı bir yorum olur. Batı’da yer alan büyük şehirlerdeki siyasi tercihlerle ilgili gözlemlerim daha farklı. Buralarda sosyopsikolojik zeminde ciddi değişiklikler var. O yüzden öncelikle tam tekmil bir zemin etüdü gerekiyor. Bu değişiklikler nedeniyle, belki şu anda alternatif olmadığı için muhafazakâr oylar, buralarda yine AK Parti’ye gidecek ama yeni bir atılım yapılamazsa patinaj süreci kaçınılmaz görünüyor. O yüzden bir an önce sosyopsikolojik zemindeki değişiklikleri etüt etmeye başlamak lazım. Dilim döndüğünce ben bir girizgâh yapmaya çalışayım. Biraz eskiye gidelim. Müsaade ederseniz size bu gazetedeki 26 Nisan 1995 tarihli “Refah Partisi’nin yükselişi neden önlenemez?” yazımdan bir bölüm sunmak istiyorum:
“RP”nin yükselişi olgusu, birinci olarak, şöyle açıklanabilir. Son yıllar Türkiye’sinde en göze çarpan toplum manzarası, başta kitle iletişim araçlarıyla olan ilişkiler olmak üzere, bütün gündelik hayat pratiklerini, geleneksel olanın aleyhine saran çok ama çok hızlı değişimdir. Ekonomik ve toplumsal alanlardaki hızlı modernleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan değişim olurken, bu değişimin geleneksel olanı yıkan tezahürlerine karşı durabilmek için psikolojik ve manevi alanlarda da değişim yerine tam tersine doğal bir direniş yaşanmaktadır… Anlam dünyaları parçalanan her insan, bu parçalanmayı aynı zamanda kendi varlığının trajik bir yok oluş süreci olarak yaşayacak, iç dünyasında kendiliğinden bir direniş örgütlenecek, kendisini var kılan bütün manevi değerlerini, bütün hatıralarını bu yeniden inşanın yapı taşları olarak kullanacaktır.”
Evet, öyle oldu; hızlı modernleşmenin tarumar ettiği hayat dünyalarını insanlar, önce RP’e daha sonra Ak Parti’ye tutunarak önce tamir ettiler, sonra güçlendirmeye, kendilerine şehre göre bir nizam vermeye çalıştılar. İstanbul’un yoksul semtleri, gecekondular, dinamo olarak değişime enerji üretti. (Uç-batı şehirlerinde modernleşme çok daha önceden ve mutedil bir yol izlediğinden farklı bir seyir ve tavır ortaya çıktı. Buralar, önceleri DP’nin kaleleri iken bambaşka bir yola saptı. İstanbul’dan Anadolu’dan başlayan muhafazakâr dalganın anaforundan ürken uç-batı, laikçi bentler kurarak tepki verdi.)
15 yıldır köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye, AK Parti sayesinde hayallere sığmayacak dönüşümler yaşadı. Ak Parti, bu süreci, değişimden en çok etkilenen kesimlerin yanında saf tutarak büyük bir ustalıkla yönetti. Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm Müslüman diyarları sarsan karizması, milyonları birleştirdi. Büyük şehirler Türkiye’si çok gelişti. Türkiye, “büyük şehirler ülkesi” oldu. Önceleri şehirlerimizin ancak küçük bir merkezi şehir, diğer alanları Anadolu’dan gelen yoksulların göç merkezleri iken giderek her yer şehre benzemeye başladı. İhtiyaçlar, beklentiler değişti. Şehirlerin siyasi dinamizmini, orada tutunmak isteyen varoşlardaki yoksullar belirlemiyor artık. Yoksul mahalleleri Anadolu’daki hayatlarını olabildiğince çok şehre taşımaya çalışmıyor. Cami, şehrin saçaklarındaki yoksulların dayanışma mekânı değil.
Ve kardeşler, şehir hayatının kendine göre kuralları, şehrin insanının dünyanın her şehrinde birbirine benzeyen halleri, tavırları vardır. Şehir ekonomisi, dipten tırnağa para ekonomisidir. Şehirde muhafazakârlık da bambaşka bir hal alır. Şehrin insanı, sizin tarihinize, yaptığınız devasa icraata pek bakmaz, gözü hep yarına dönüktür. Şehrin insanını etkileyecek yöntem ve söylemler eskisinden çok farklıdır. Bütün bunları, şehrin sosyolojisini ve psikolojisini bilmek, ona göre bir siyaset, özellikle bir kültür siyaseti üretmek ve muhafazakârlığın şehir hayatında yeniden üretimini mümkün ve kolay kılmak lazım gelir. Ne güçlükler aşıldı, bu da başarılır elbet.
Kaynak: Yeni Şafak