Şehirciliğimiz!

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Şehircilik Şurası’nda yaptığı konuşmada şehirleşme konusunda yaşadığımız sıkıntıların bize mahsus olmadığını, dünyada 10 milyonun üzerinde 34 şehir bulunduğunu ve hızla yenilerinin geldiğini, ülkemizde de şehirlerde yaşayanların %90’lara ulaştığını söyledi. Şu çok önemli tespitleri yaptı:
“Medeniyet kavramının insanların bir arada yaşadıkları şehirleri ifade eden geniş bir anlam dünyası vardır. Bizim medeniyetimizde şehirler, sokaklar, mahalleler, insanın yaratıcısına yönelten simgelerdir. Bizim şehirlerimiz var olan çeşitliliği, farklılığı bir arada yaşatabilme özelliğine sahiptir. Binaların, meydanların bir kimliği, şahsiyeti vardır. Özellikle Batı ülkelerinde tek tipçi bir mimari anlayış hâkimdir. Düzenli, karakteri olmayan şehirleşme bizim idealimiz, modelimiz olamaz…
TOKİ binaları başta olmak üzere, artık ülkemizde tarihimize, kültürümüze, hayat tarzına uygun binalar dönemi gelmiştir. Sadece beton, demir, tuğla yığınlarından oluşan o yapılar yaylalarımızı, kıyılarımızı işgal etmeye başlamıştır… Şehirlerimiz kentsel dönüşüm projeleriyle, gecekondu yapıların istilalarından kurtulurken, şahsiyetsiz projelere de teslim olmamalıdır. Sadece rant, kar, kazanç odaklı anlayışla böyle bir şehir inşası gerçekleştiremeyiz. İnsanlara huzur değil, gerginlik veren bir şehir sorunlu bir şehirdir… Kazanmak istiyorum derken, şehre ihanet ediyorsun. İnsanın şehirler üzerinde hakkı olduğu gibi şehrinde insanlar üzerinde hakkı vardır.”
Çevre ve şehircilik sorunları, artık dünya ölçeğinde, tüm insanlığı ilgilendiriyor. Ne ki özellikle İslam dünyasında modern zamanlarda dertler çok daha büyük, ideallerle gerçekler arasındaki uçurum giderek açılıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız, medeniyetimizde insan-tabiat ve mekan ilişkilerinin farklılığına ve çoğulcu özelliğiyle tek-biçimli Batı medeniyetinden üstünlüğüne vurgu yapıyor ama maalesef bugün medeni mirasımızla gurur duymakla yetinecek durumda değiliz. Şehircilik manzaralarımızın en göze çarpan özelliği, muhteşem mirasımızdan eser kalmaması ve batılıları taklitten ibaret. Bu gerçeklerle yüzleşmeyi, derinlemesine tefekkür edip hızla çözümler ortaya koyabilmeyi başaramazsak, farklı ve alternatif bir medeniyet iddiamız, bırakın iddiayı uzak bir hayal bile olamayacak. Tıpkısının aynısı taklitler üretsek bile, onlara benzedikçe, özgünlüğümüzü yitirecek, kendimizden uzaklaşacağız.
Çevre psikolojisinde, insanın fiziki mekânla ilişkisi çalışmaları, şunları söylememize elveriyor. Yer ya da mekân, insanın yoğun tecrübelerine sahne olan ve her kişi için özel anlamlar taşıyan, doğrudan doğruya hayatı etkileyen ve biçimlendiren alanlar. Yaşadığımız mekân, duygusal yatırımlardan arî değil. Doğumumuzdan başlayarak duygularımızı kendi bedenimize, sevdiğimiz varlıklara, insanlara ve eşyaya yatırırız. Hayat tarzımızı, ideallerimizi, özlemlerimizi, mutluluğumuzu, kederimizi bu duygusal yatırımlar şekillendirir.
“Yaşam çevremiz”, kimlik duygumuzun sürekliliği ve istikrarına katkıda bulunan, “benim” dediğimiz; kişiselleştirilmiş, tanıdık kılınmış olmaları sebebiyle korumaya çalıştığımız eşyaları ve yerleri ifade eder. Bu psikolojik yapının merkezinde “ait olma” yatar. Bir şehre, sokaklara, meydanlara mülk olarak sahip olamasak da oralar bizimdir. Biz de onlara kendimizden bir şeyler katabilir; oralarda kök salabiliriz. Bu aşinalık ilişkisi sayesine, hem oraların hem bizim kimliğimiz tanımlanır. Hayatımızın bir parçası haline gelmiş olan mekân, giderek adeta ikinci bedenimiz haline dönüşür, orayı kendimizin haline getiririz. Sahiplenerek iç-dünyamıza aldığımız, kendimizin haline getirdiğimiz her yer, her kişi artık bizim bir parçamızdır.
Velhasıl, tabiatla, bulunduğumuz mekanla ilişkilerimiz, insan ilişkileri kadar önemli. Farklı bir medeniyet mirasımızın bulunduğundan bahsedeceksek mutlaka bu farklılığın insan ilişkilerine, insan-tabiat ve mekân ilişkilerine uzanan, özgün bir estetik zevk tarafından biçimlenen ve şehrin hem panoramasında hem ince ayrıntılarında bir bakışta görülebilen yanları olmalı. Eğri oturup doğru konuşalım bugün, farklılıktan ziyade, şehirlerimizin ve şehir yaşantımızın giderek Batı’daki manzaraların uzantıları haline geldiğini, onların pek başarılı olmayan kopyaları olduğunu görüyoruz.
Kabul; modernlik, tarihin en hegemonik uygarlığı, farklılıkları tuz buz ediyor, her şeyi tek-biçimli hale getiriyor. İslam medeniyetine dahil olduğumuzda Asya derinliklerinden, Çin’den, Hint’ten, İran’dan getirdiklerimizi nakletme fırsatını modernlikle karşılaşmamızda bulma imkânımız şimdi yok. Ama bu kadar da kolay teslim olmayıp direnebilirdik, direnebiliriz. Umut, direnişten fışkırır!

Kaynak: Yeni Şafak

Son Videolar

Yükleniyor...

Galeri

Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.15 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.20 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.35 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.46.58 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.47.34 Ekran-Resmi-2022-07-06-ÖS-12.45.41